GelişimErzurumYazı

ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU

Çok önemli bir bilim adamı olmasına rağmen akademik çevreler tarafından fazla bilinip tanınmayan, hatta Erzurumlu olmasına rağmen memleketinde de çok az kişi tarafından bilinen şahsiyetlerden biridir Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu.
Bir tarihte değerli dostum rahmetli Prof. Dr. Ali Kurt ile Artvin’de yapılan bir mantık çalıştayına katılmıştık. Çalıştay sonrası Gürcistan’ın Batum şehrine gittik. Birkaç saatlik gezinti sonunda, çalıştaya katılan ve fakat yemek ve alışveriş uğruna Batum’un görülmesi gereken yerlerini kaçıran diğer arkadaşları beklerken, kendi aralarında konuşan gençlerden birinin, bir insanın ömründe 20-30 kitap yazmasının mümkün olmadığını söylediğini gayri ihtiyari duydum ve o gence, Farabi ve ibn-i Sina’nın her birinin irili ufaklı 200 civarında kitap yazdıklarını, sadece geçmişte değil çok yakın bir zamanda Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun 2 binden fazla eser verdiğini söyledim. Bir üniversitenin felsefe bölümünde doktora yaptığını söyleyen bu genç, böyle birini tanımadığını söyleyince ben de orada bulunan ve ismini vermek istemediğim hocasını göstererek “hocan mutlaka biliyordur!” diye güvenerek bu akademisyen meslektaşıma döndüm. Fakat maalesef hocası da Fındıkoğlu’yu tanımadığını itiraf etti. Çok üzülmüştüm nasıl olur da Türk kültürüne bu kadar hizmeti olan bir şahsiyet, akademi çevrelerinde tanınmazdı?

Aradan yıllar geçti. Tortum’da bir liseye Türkiye Yazarlar Birliği Erzurum Şubesi adına birkaç arkadaşımla söyleşiye davet edilmiştik. Gençlere çok şanslı olduklarını, çünkü ilçelerinden iki önemli şahsiyetin Türk düşünce tarihinde önemli bir yeri bulunduğunu belirterek bu iki ismi duyup duymadıklarını sordum. Bunlardan biri Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, diğeri de Prof. Dr. Necati Öner hocamdı. Gençler maalesef bu iki ismi ilk defa duyuyorlardı. Ben de kısaca bu iki şahsiyeti tanıtarak onları rol model almaları gerektiğini ifade ettim.

Sadece Erzurumluların değil, tüm Türkiye’deki akademik çevrelerin, hele de felsefe ve sosyoloji gibi sosyal bilimlerle ilgilenenlerin mutlaka bilmeleri gereken Fındıkoğlu hakkında bir dergi yazısı, bir de 2014 yılında yazmış olduğum Türk Düşünce Tarihi kitabımda bölüm yazmış bulunmaktayım ve bu kitabı her dönem okutarak, ismi duyulmuş ve duyulmamış birçok şahsiyeti öğrencilerime tanıtmaktayım. Türk düşünürlerinden bahsedilen kitaplardan birinde ilk defa Fındıkoğlu’ya yer verdiğimi düşünmekteyim. İnşallah yanılıyorumdur.

Ziyaretin Fahri Fındıkoğlu, yurt dışında doktora yapıp yurda dönen ve üniversitelerde kürsüsü bulunan ender şahsiyetlerden biridir. Çok çalışkan bir yapıya sahip olan Fındıkoğlu, 40’dan fazla kitap, bilimsel dergilerde çok sayıda makale, kültür, sanat ve folklor dergilerinde ve gazetelerde de yine çok sayıda makale ve yazı yazmıştır. Tüm bu yazılarının sayısının 2 binden çok fazla olduğu bilinmektedir. Emekli olduktan sonra da araştırma, inceleme ve yazı yazmaya devam eden Fındıkoğlu, geçirdiği hastalıktan dolayı hastaneye yatmak durumunda iken doktorlarla “eğer orada da okuyup yazmama müsaade ederseniz hastaneye yatarım, yoksa yatmam!” diye pazarlık edip hastanede de çalışmalarına devam eden üretken bir bilim adamıydı. Ölümünden sonra, vasiyeti gereği tüm kitapları aile efradı vasıtasıyla Atatürk Üniversitesi kütüphanesine vakfedilmiş ve kütüphanede onun adına bir okuma ve çalışma salonu oluşturulmuştur. Bunun dışında Erzurum’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir ilköğretim okuluna da Ziyaretin Fahri Fındıkoğlu adı verilmiştir. Erzurum’da bunun dışında onun adını taşıyan başka bir bilim yuvası bulunmamaktadır. Bu yazıyı, belki Erzurum’da bir farkındalık oluşturabilmek için yazmaya karar verdim ve Fahri Fındıkoğlu’nun yakın akrabalarından derlediğim birkaç bilgiyi paylaşmak istedim. Bu da bir ziyaret esnasında gerçekleşti. Bu bir tesadüf müydü yoksa tevafuk muydu, bilmek zor. Ama sözünü ettiğim bu hafta sonu seyahati, bu yazının ortaya çıkmasına vesile oldu.
Geçtiğimiz günlerde dostlarımızın daveti üzerine bir hafta sonu dinlenmesi için Erzurum’un Uzundere ilçesine gittik. Ev sahiplerimiz, Muzaffer Özcan ve abisi Dilaver Özcan’dı. Dilaver Bey’in eşi Nilüfer Hanım ile benim eşim Saadet Hanım dayı hala çocukları olduğu için Dilaver Özcan Bey ve kardeşleriyle aramızda hısımlık bağı var.
Sohbet sırasında bir ara Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’dan bahsedilince Dilaver Bey ve Muzaffer Bey, Fındıkoğlu ile akraba olduklarından söz ettiler. Bunu daha önce de duymuş olmama rağmen bir araya gelemediğimiz için konuşamamıştık. Şimdi tam fırsat diyerek sorular sormaya başladım ve sonuçta bu yazı ortaya çıkmış oldu.
Dilaver ve Muzaffer Bey, anneleri rahmetli Necmiye Özcan’ın, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun dayısı kızı olduğunu söylediler. Babaları rahmetli Mustafa Özcan Bey de Ziyaeddin Fahri Bey’in eniştesi oluyor. Fakat daha önce de bu iki aile arasında uzak bir hısımlık ve fakat sıkı bir dostluk bağı da mevcut. Mustafa Özcan bey eskiden Tortum'a bağlı, fakat şimdi müstakil bir ilçe olan Uzundere’nin en eski esnafı. Hem toptan hem de perakende satış yapan ve oldukça geniş arazileri bulunan Mustafa Özcan Bey’in babası, Ağa Bey olarak bilinen Osman Bey. Osman Bey’in babası da Erzurum’da kadılık yapmış olan Ali Bey. Mustafa Özcan Bey’in amcasının adı da Mustafa ve 1916 Rus-Ermeni işgali sırasında milis kuvvetleri kurarak Tortum civarında Ruslara karşı savaşmış, sonra Deli Halit Paşa’nın birliklerine katılmış ve Kop Dağı’nda şehit olmuş. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1901 yılında Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Çamlıyamaç Köyü’nde doğmuş, babası Halil Fahri Bey’in Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kadılık yapmasından dolayı Ziyaeddin Fahri Bey de ilk ve orta öğrenimini Anadolu’nun farklı bölgelerinde yapmak mecburiyetinde kalmıştır.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun yeğeni ve Mustafa Özcan’ın eşi olan Necmiye hanımın babası da yine Osmanlı-Rus harbi sırasında kurmuş olduğu bir ulaştırma grubuyla Türk ordusunun ihtiyacı olan battaniye, çamaşır, çorap, eldiven gibi malzemeleri katırlara yükleyerek ulaştıran, zaman zaman da cephane taşıyan bir vatanseverdir. Necmiye hanımın babasının, dini eğitimi de olduğu için Cumhuriyetimizin ilanından sonra müftülük yapmış, en son Çankırı Müftüsü iken emekli olup Uzundere’ye dönerek Dikyar köyüne yerleşmiştir.
Ziyaeddin Fahri Bey’in dayısı kızının Uzundereli Mustafa Özcan’la evlenmesiyle daha önce dostlukları bulunan bu iki aile arasında yakın hısımlık ve akrabalık bağı da kurulmuştur.
Ziyaeddin Fahri bey, İstanbul’da Posta-Telgraf Mektebini bitirip Galatasaray Postanesinde memuriyet yaparken, bir taraftan da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimine başlar. Geceleri posta hanede çalışıp gündüzleri fakülteye devam ederek buradan 1924 yılında mezun olur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra postanedeki görevinden ayrılarak 1924 yılında Erzurum Lisesi Felsefe öğretmenliğine atanır. İşte bu öğretmenlik yıllarından itibaren, doğduğu Çamlıyamaç Köyüne de gitmeye başlar ve ak30 GELİŞİM ERZURUM rabalarıyla tanışır. Daha sonra Erzurum’dan başka illerde öğretmenlik yapan Fındıkoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bursuyla Fransa’ya gidip bir yandan doktora programına başlar, diğer taraftan Türkiye’deki lisans eğitimi kabul edilmediği için doktoraya ara verip ikinci kez lisans eğitimi yapar. Türkiye’ye dönüp İstanbul Üniversitesi’nde Doçent olarak göreve başladıktan sonra tekrar Fransa’ya gidip yarım bıraktığı doktorasını tamamlayarak Türkiye’ye döner ve üniversitedeki görevine devam eder. İşte bu kesin dönüşten sonra her yaz memleketine gelip dayısı kızının evinde birkaç gün misafir olarak kalmaya başlar ve bunu bir alışkanlık haline getirir, çünkü Erzurum’da kalan tek akrabası onlardır.

Mustafa Özcan ile Necmiye Özcan’ın büyük oğlu Dilaver Bey, 1963-64 öğretim yılında ortaokulu okumak üzere İstanbul’a, Türkiye Muallimler Birliği Başkanı olan amcası İhsan Özcan Bey’in yanına gitmiş. Onun İstanbul’a geldiğini öğrenen Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu hafta sonu İhsan Bey’le birlikte Dilaver Özcan’ı da Erenköy’deki evlerine davet etmiş. Bu davet sırasında başlayan kültür sohbetleri, her hafta sonu mutad bir şekilde devam etmiş. Bundan sonrasını Dilaver Bey’in kendi sözlerinden aktaralım:

“Hafta sonları İhsan amcamla, Ziyaeddin Fahri Bey’in evine birlikte giderdik. O yıllarda ben, kendimce şiirler yazardım. Z. Fahri amca da şiirle yakından ilgilenen biri olduğu için şiir yazdığımı öğrenince çok sevindi, her hafta sonu yazdığım şiiri kendisine götürmemi isteyip beni teşvik etti.

Götürdüğüm şiiri inceleyip beğendi ve üzerinde düzeltmeler yaptı. Haftalar boyunca götürdüğüm şiirlerimi üşenmeden okuyup düzeltti. Eşi Efser hanım öğretmendi ve çok hanımefendi bir şahsiyetti. Efser hanım, benim Kuleli Askeri Lisesinin sınavlarına girmem için sürekli cesaretlendirip teşvik ederdi. Sınavlara hazırlandım, müracaat edip nihayetinde yazılı sınavı kazandım. Ancak sağlık muayenesinde renk körlüğü tespit edilince elendim ve asker olma hayalimi gerçekleştiremedim. Erzurum’a dönüp Erzurum Lisesi’nde yatılı olarak okudum ve Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisini kazanarak Ankara’ya gittim. Sayısal bir alana gidince şiirle olan bağım da kopmuş oldu.

Ziyaeddin Fahri beyin evi adeta bir dost mekanı gibiydi. Sürekli misafirleri olurdu. Fahri bey de eşi Efser hanım da bundan çok memnun ve mutlu oluyorlardı. Gelen misafirlerle kültürel sohbetler yaparlardı. Evlerinde Afrikalı karı koca yardımcıları vardı. Gelen misafirleri onlar karşılar, uğurlar, ikramda bulunur, evin tüm işlerini onlar yapardı.

Ziyaeddin Fahri bey, son derece vatanperver ve milliyetçi bir bilim adamıydı. Okumam için bana Ziya Gökalp ile Nihal Atsız’ın kitaplarını tavsiye ederdi; ben bu kitapları okurdum. Bizim onu evinde ziyaret etmemize mukabil, o da İhsan amcama Türkiye Muallimler Birliği’nde iade-i ziyarette bulunurdu. Buraya o zamanlar Milli Türk Talebe Birliği Başkanlığı yapan Rasim Cinisli bey de sık sık gelirdi.”

Dilaver abi, “benim bildiklerim bunlar” diyerek konuyu kapattıktan sonra Erzurum dışında ikamet eden kızkardeşi Pınar hanımı aradı ve bu konuda bildiği şeyler olup olmadığını sordu. Pınar hanım da Fahri beyin her yaz Uzundere’ye gelip kendilerinde kaldığını, çok hoş sohbet bir kişilik olduğunu anlattıktan sonra, gerek kendisinin gerekse Fahri Fındıkoğlu’nun çocuklarının Erzurum’da bir yükseköğretim kurumuna (bu, fakülte veya yüksekokul olabilir diyerek seçimi ilgililere bıraktıklarını belirterek) Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu adının verilmesini umduklarını ve beklediklerini, bunun Erzurum için bir kadirşinaslık ve vefa örneği olacağını ifade ederek konuşmayı sonlandırdı.

Burada üzerinde önemle durmam gerekir ki Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, akademik çalışmalarının yanı sıra Erzurum halk kültürü üzerine önemli eserler veren bir şahsiyettir. Her vesileyle Erzurum’a gelen ve memleketini asla unutmayan, Erzurumlu olmasıyla övünen bu önemli bilim adamının unutulmaması ve unutturulmaması gerekmektedir. Bizler Erzurum Tarih Derneği olarak (rahmetli Prof. Dr. Ali Kurt, TRT Erzurum eski Radyo Müdürü ve Prodüktör İsmail Bingöl ve ben H. Ömer Özden, zaman zaman Çamlıyamaç’a (eski adıyla Öşvank) giderek Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’yu anar ve ondan övgüyle bahsederdik.
Şimdi bu yazı vesilesiyle Erzurum’da bulunan iki üniversiteden birindeki bir fakülte ya da Tortum’daki Meslek Yüksekokulu’nun adının değiştirilmesinin yahut da Uzundere’de balıkçılık veya meyvecilikle ilgili bir Meslek Yüksekokulu açılarak adının da Z. Fahri Fındıkoğlu olarak verilmesinin, ömrü boyunca vatanı, milleti ve memleketi Erzurum için çarpan ve şimdilerde unutulmuş bir yüreğin yeniden çarpmasını sağlayacağını düşünmekte ve böyle bir girişimi, hem şahsım, hem Erzurumlular, hem de temsilcisi olduğum Erzurum Tarih Derneği adına teklif etmekteyim. Umarım ki bu öneri, ilgili ve yetkililerce görülür ve dikkate alınır.

Prof. Dr. H. Ömer ÖZDEN