GelişimErzurumYazı

ERZURUM’DAN ANADOLUYA ERENSEL BİR ŞAHSİYET: ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU

Hayatı ve Eserleri

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1901 yılında Erzurum’un Tortum ilçesinin Çamlıyamaç Köyünde doğdu. Asıl adı Ahmet Halil’dir. Fındıkoğulları ailesine mensup Halil Fahri Bey’in oğludur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, babasının görevinden dolayı ilköğrenimini Erzincan ve Hakkâri’de yaptı, sonra Malatya İdadisi ve Kayseri Sultanisi’nde başladığı öğrenimini 1918’de İstanbul Gelenbevi Sultanisi’nde sürdürdü ve 1922’de de Posta Telgraf Mekteb-i Âlî’sinde tamamladı. Sonra İstanbul Darülfünunu (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe öğrenimi almaya ve Posta Telefon Telgraf (PTT) idaresinde çalışmaya başladı. Üniversiteyi bitirdikten sonra PTT’deki görevinden ayrılarak 8 Aralık 1924’te Erzurum Lisesi felsefe öğretmenliğine atandı ve bir süre burada Fransızca öğretmenliği de yaptı. Fındıkoğlu, 1925 yılında atandığı Sivas Lisesinde felsefe ve sosyoloji öğretmenliği, 1926 Eylül’ünden sonra da Ankara Erkek Lisesi ve Ankara Kız Lisesi’nde felsefe, sosyoloji ve edebiyat öğretmenliği yaptı.
1930’da Doktora sınavını kazanarak Fransa’ya gitti. 1936’da Strasbourg Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde “Ziya Gökalp Hayatı ve Sosyolojisi” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Yurda döndüğünde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde felsefe ve ahlak doçenti olarak göreve başladı. 1938’de İktisat Fakültesi’ne sosyoloji doçenti olarak geçti; 1942’de profesör, 1958’de ordinaryüs profesörlüğe yükseldi. Sosyoloji kürsüsü başkanlığının yanı sıra, İktisat Fakültesi dekanlığı, İçtimaiyat Enstitüsü ve Gazetecilik Enstitüsü müdürlüğü görevlerinde bulunan Fındıkoğlu, 1972’de emekliye ayrıldı. İlk ciddi rahatsızlığını henüz görevi başındayken 16 Aralık 1971’de yaşayan ve bilimsel çalışmalarına ara vermek zorunda kalan Fındıkoğlu, 1974 yılının 15 Kasımı 16 Kasıma bağlayan gece vefat etti. 18 Kasım’da kalabalık bir topluluğun katılımıyla gerçekleşen cenaze töreninden sonra Edirne Kapı Şehitliğinde toprağa verildi.

Fındıkoğlu’nun, Anadolu Mecmuası ve Hayat Mecmuası’nda felsefi ve sosyolojik meseleleri tartışan makaleleri ve yine aynı yıllarda Halk Bilgisi Mecmuası, Halk Bilgisi Haberleri dergisinde halk edebiyatı ve folklor ile ilgili yazıları yayımlandı. Ankara’da öğretmenlik yaptığı sırada 1927’de Türk Halk Bilgisi Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1928’de derneğin yayın organı olarak Halk Bilgisi Mecmuası’nı yayımlamaya başladı. Aynı yıl Halk Bilgisi Toplayıcılarına Rehber adıyla bir halkbilim ve etnografya kılavuzu hazırladı. İktisat, sosyoloji ve hukuk konularında çok sayıda makalesi, 1934’te kurduğu İş dergisinde yayımlandı. Ayrıca Halk, Hâkimiyet-i Milliye ve Cumhuriyet gibi ulusal gazetelerin yanı sıra Erzurum’da çıkan Hürsöz gazetesinde halk edebiyatı üzerine yazılar yazdı. Muallimler Birliğinin 1946’dan sonra yeniden kuruluşunda katkısı olan Fındıkoğlu, bu derneğin yayın organı olarak Bilgi mecmuasını kurdu ve ayrıca Meslek Gazetesi adıyla bir gazete yayımladı. Kitap, makale, araştırma, tebliğ ve broşür şeklinde olmak üzere toplamda beş binin üzerinde yayınlanmış eseri bulunan Fındıkoğlu’nun kitaplarından bazıları ise şunlardır: Erzurum Şairleri, Bayburtlu Zihni, Zorlara Dağlar Dayanmaz, İbn Haldun (Hilmi Ziya Ülken’le birlikte), Fransız İhtilâli ve Tanzimat, İçtimaiyata Giriş, Sosyoloji Doktrin ve Kolları, Metodoloji Nazariyeleri , Hukuk Sosyolojisi, Sosyalizm; Efâtundan Marx’a Kadar, Sosyalizm: Karl Marx ve Marxizm, Türkiye’de Kooperatifçilik: Tatbiki Sosyoloji Denemesi, Türkiye’de İlmi ve Felsefi Hayatın İnkişafı Şartları. Le Play Mektebi ve Prens Sabahattin, İktisat Sosyolojisi Bakımından Sosyalizm, Kooperasyon Sos19 Erkal, “Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu”, s. 30. 20 Düzgün, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Folklor ve Halk Edebiyatı ile İlgili Çalışmaları, s. 16-17. 21 Ziyaeddin Fahri [Fındıkoğlu], “Tarihçe-i Erzurum”, Anadolu Mecmuası, Haz. Arslan Tekin, Ahmet Zeki İzgörer, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011, s. 388. 22 Cahit Tanyol, “Hocamız Fındıkoğlu”, Sosyoloji Konferansları, (Ord. Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Anısına özel sayı, Sayı 13, 1975), s. 11; Düzgün, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Folklor ve Halk Edebiyatı ile İlgili Çalışmaları, s. 17. 23 Düzgün, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun Folklor ve Halk Edebiyatı ile İlgili Çalışmaları, s. 17. yolojisi, Doğu Kalkınması ve Erzurum Şehirleşmesi ile İlgili Sosyolojik Meseleler, Kal Marx ve Sistemi, Yunus Emre (Anadolu Edebiyatı Notları).

İlmi Şahsiyeti ve Düşünceleri
Çok yönlü bir bilim insanı olan Fındıkoğlu’nun şahsiyetini tespit etmek oldukça güçtür. Zira o, bilimsel çalışmalarıyla, kurduğu ve yürütülmesine yardımcı olduğu teşkilatların faaliyetleriyle, öğrencileri ve kitaplarıyla bütünleşmiş bir şahsiyet idi. Kendini hiçbir zaman öne çıkarmayan özgeci ve mütevazı bir mizaca sahipti. Çok sayıda esere ve engin bir bilgi birikimine sahip olmasına rağmen kendisinden ziyade oldukça önem verdiği memleket kalkınması ve sağlam bir ilmî zihniyetin yerleşmesi gibi milli meselelerin ön plana çıkmasına gayret gösterir ve bu gayretlerini de topluma mal etmeye çalışırdı. Öyle ki, kurduğu derneklerde resmi görev almadan ya da alt kademede görev alarak onları yönlendirir, farklı şahıs ve kurumların da katkıda bulunmasına imkân tanıyarak faaliyetlerini ortaya koyardı. Toplumla bütünleşen Fındıkoğlu, ön plana çıkmamak ve toplumla birlikte düşünmek adına çok sayıda müstear isim kullanmış ve hatta imzasız yazılar yazmıştır. O, fikirlere saygılı, başkalarına karşı hoşgörülü, gösterişten uzak, erdemli bir bilim insanı karakterine sahipti. Kendisini memleket kalkınmasına, Anadolu’nun ve Anadolu insanının dertlerine, bunların da ötesinde bilime adayan Fındıkoğlu, doğup büyüdüğü topraklardan kopmamış, ömrünün sonuna kadar memleketin dertlerine çare aramıştır.20 Onun, “.. âlime akıl öğretmek, Anadolu’nun millî seciyesine yakışmayan bir rolü oynamak demektir. Hayatta olduğu gibi ilimde de vakar, tevazu, kendini biliş, ahlâk kaideleri gibi zarurî ve vâcibü’l-ittibâdır”21 şeklindeki ifadeleri de bir ilmi şahsiyetin nasıl olması gerektiğini ortaya koyar.

Tanyol’a göre, Fındıkoğlu, yalnızca teorik düzeyde toplumun problemleriyle uğraşan bir bilim insanı olmaktan ziyade toplumun problemlerinin çözümüne pratik katkılarda bulunmayı amaçlayan toplumcu/cemiyetçi bir şahsiyetti. İlhamını Anadolu’dan alan ve ona bağlı olan bir aydındı, hal ve hareketinde Anadolu aydını çelebiliği hissedilirdi. Batı karşısında eziklik duymadığı gibi Doğu’ya da mahkûm değildi. Batılılaşmış akademi çevresi içerisinde Anadolu aydınının bir temsilcisi, hatta bir tepkisiydi.22 Düzgün’e göre ise, o, “aile çevresinden ve kendi toplumundan aldığı milli ruh ile batılı bilim anlayışını bir terkip halinde şahsiyetinde toplamıştı. Düşüncesi, tavırları ve davranışları ile hep bu imajı ortaya koyardı.”23 Tütengil, onun bu yönünü şu ifadelerle dile getirir:
“Fındıkoğlu, yaşamı boyunca Erzurum ili ile ve Erzurumlu hemşerileriyle sıkı ilişkiler içinde bulunmuştur. Sadece kişisel planda kalmayan bu ilişkilerin zaman zaman dernek çalışmasına dönüştüğü, kendisini arka planda göstermeye özel bir itina gösteren Fındıkoğlu’nun bu tür çalışmaların motoru ve kalbi olduğu bilinmektedir. Dergisinde bu konulara sayfalar vermiş, kitap ve araştırmalarının bazısını beldesinin sorunlarına ayırmıştır. İstanbul’da giriştiği ‘Erzurum Talebe Yurdu’ çalışmalarının yanı sıra ‘Tortum Kalkınma Derneği’ vasıtasıyla doğduğu yöreye uzattığı hizmetler, dikkate değer bir ‘sosyolog’u ortaya koymaktadır.”

Fındıkoğlu, benimsediği bilimsel yöntem, bütüncü bakış açısı ile dünya milletleri arasında kurulacak bir işbirliği ortamının getireceği faydaları kavramış ve bu faydaların gerçekleşebilmesi için öncelikle milli birlik ve bütünlüğün nesnel ve öznel şartlarının yerine getirilmesi gerektiğini savunmuştur.25 Bu doğrultuda yerel olanı evrensel olanla bütünleştirmeye, Erzurum’dan Anadolu’ya, oradan da tüm dünyaya köprü kuracak evrensel bir kavrayış geliştirmeye çalışan ve bu yolda Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği tesis etmeyi amaçlayan26 çok yönlü bir bilim insanı, eğitimci olarak Fındıkoğlu, aslında bir sosyolog olmakla birlikte, nitelikli bir sosyolog olmanın gereği olarak toplumsal gerçekliğe bütüncül bir açıdan yaklaşmış, hukuk, tarih, edebiyat, folklor, eğitim ve sosyal bilimlerin bütün diğer alanlarıyla da ilgilenmiş, bu sahalarda araştırmalarda bulunmuştur. Bu çerçevede toplumsal problemleri bütün boyutlarıyla ele alarak onları topyekûn kavramaya çalışmıştır.Zira, Kurtkan’ın da ifade ettiği gibi:

“Fındıkoğlu hocamız gerçekten bütün bir cemiyeti, bugünü ve tarihi ile kendi zekâsının projektörü altında tarayabilen, cemiyet denilen derin ve geniş sahaya, adeta büyük bir alandaki kuyulara girer gibi derinlemesine (ve Zimmerman’ın tabiri ile) buldozerle girebilen nâdir zekâlardan biridir. Eğer bir sosyolog bütün bir cemiyetin geniş ve ihatalı bir izah ve tefsirini statik usullerin sınırlı vasıtaları ile yapmaya çalışırsa, bu vasıtaların yetersiz olduğunu görecek ve yine Zimmerman’ın belirttiğine göre kuyuya kahve kaşığı ile girmenin fayda vermeyeceğini ve kahvedenliği de buldozerle alt üst etmenin mümkün olmadığını anlayacaktır. Cemiyetin problemlerini keskin bir anlayışla evirip çevirerek, o problemlerin doktrinel bir tefsirini yapabilmek için kuvvetli bir görüşe ve derin bir anlayışa ihtiyaç vardır. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu böyle bir zekâ ve anlayışa sahipti.”

Sahip olduğu ilmî feraset ile Anadoluculuk Hareketi içerisinde yer alan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, bu çerçevede, millet ve milliyet meselesine eğilir. O, millet ve milliyetin sadece soya ya da ırka dayalı olarak ele alınamayacağı kanaatiyle Ziya Gökalp ve Hamdullah Suphi’nin bu husustaki görüşlerini eleştirerek Turancılığa karşı hocası Mehmet İzzet’in düşüncelerini takip eder. Bu doğrultuda, Fındıkoğlu, Türklüğün tek başına bir milletin ismi olamayacağını, millet olmanın ırk, vatan, dil, din, tarih, kültür ve ahlâk birliğine dayandığını ve bu birlikteliklerin somut bir şekilde vücut bulduğu yerin de Anadolu olduğunu düşünür.29 Böylece ilgisini Anadolu Türk kültürüne ve tarihine yönelten Fındıkoğlu, milliyet bilincinin ancak bu şekilde canlandırılacağını ileri sürer ve Turancılığı ve bilhassa Gökalp’i eleştirir.

Fındıkoğlu, Turancılığın ve bu çerçevedeki Türkçülüğün savunduğu mefkûrenin bir gerçekliğe dayanmadığını, hayali ya da tek yönlü olduğunu ve pratik bir temeli olmadığını oysa bu gerçekliğin de pratik temelin de Anadolu’da bulunduğunu vurgular. Ona göre, bugünkü Türklüğümüz büyük ve kavmi bir Türklükten bütünüyle ayrılmış kendi bağımsızlığı içinde kendine has bir varlık kazanmıştır. Hakiki adı ile Anadolu olan bu milli mevcudiyetin tarihi ve sosyolojisi hakkında hiçbir şey söylenmemiştir. Kaynağı, milli vicdanın sınırları içinde bulunmayan bir dağ tepesinde alevlenmiş serseri bir ateşe bağlanmış olan milliyet hareketi Anadolu için, hakiki ve mevcut Türk varlığı için tamamen yapay ve uydurmadır.31 Hâlbuki Anadolu halkı “içinden hayat ve medeniyet mefkûresiyle kaynayan, hakikî milli hâkimiyeti kalp ile duyan bir ocak”tır.32 Tarih, Kültür, halk edebiyatı ve folklor araştırmaları ile halen “tüten bu ocağa” odaklaşan Fındıkoğlu, Nurettin Topçu’nun anlatımıyla, “Tortum’un açık alınlı, temiz yürekli, ateşîn bakışlı mert çocuğu, yeni devlet merkezinde edebiyat öğretmeni iken kırlarda talebeleri ile dolaşmaktan hoşlanır, onlara Anadolu türküleri söyletir, kendisi de ‘dağlar ardında kalan Erzurum’a şiirler yazardı.”33 Bayraktar’a göre, Fındıkoğlu’un tarih, sosyal hayat, kültür ve bilhassa folklor ve halk edebiyatına yönelmesi, Anadolu’yu, üzerinde yaşayan canlı kültürden hareketle kavramak istemesinden dolayıdır. Onun bu arzu ve yönelimi Erzurum Şairleri adlı eserinde yer alan şu satırlarda daha da belirgin bir şekildedir.

“1924-1925 senesinde Erzurum Lisesi’nin felsefe ve içtimaiyat muallimi idim. Darülfünundan yeni çıkmış ve hayata yeni atılmış genç bir muallim harareti ile gönlüm mensup olduğum cemiyete bağlıydı. Bu ruhi halet bana Şarki Anadolu’nun iktisadi ve harsi bir merkezi, Anadolu’nun kadim ve tarihi bir şehri olan Erzurum’da kuvvetli, feyyaz bir edebi hava-yı nesiminin mevcudiyetini hissettirdi. Köylerini gezdim. Yetiştirdiği büyüklerin türbelerini gördüm, memleket harsiyatı ile alakadar zevat ile görüştüm. Bu hisler, gezişler, görüş ve görüşmeler; işte ortaya böyle bir eser çıkardı. Benden ziyade memleketin ve bana yardım edenlerin mahsulü olan bu eseri ancak şimdi neşretmek imkânını elde edebildik. (…) İster umumi olsun, ister muhiti olsun Anadolu edebiyatı tarihi hiç şüphe yok ki bir vasıtadır. Asıl gaye, o tarihin tedkiklerinden hız alacak, milli benliğini anladıktan sonra istikbale koşacak gençliğin edebi zaferidir. Bu düşünce ile neşrettiğim Erzurum Şairleri’ni kendisinden edebi fecri hasretle beklediğimiz Anadolu’nun ilim ve sanat gençliğine ithaf ediyorum.”

Sağlam ve erdemli bir ilmî şahsiyete sahip olan, kendisini yaşadığı toplumla bütünleştirmiş, günübirlik siyasetten uzak duran, politize olmadan memleket meseleleri ile dertlenip onlarla bilimsel bir çerçevede ilgilenen ve ardında bini aşkın makale, kırkı aşkın kitap ve en önemlisi de bilimsel tutum ile Anadolu insanının samimiyet ve çalışkanlığını kendisinde birleştirmiş tarihi bir şahsiyet örneği bırakan Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun36 vefatının ardından öğrencisi Âmiran Kurtkan Bilgiseven tarafından yazılan biyografisinde şu ifadelere yer verilmiştir: “İlmine hakkıyla vâkıf, milletine bütün varlığıyla âşık bir fikir adamı olarak ilim ve irfan tarihimizde, parlak bir yıldız gibi bir Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu geçmiştir. İlmin yüksek ufuklarında hayatta iken parladığı müddetçe olduğu gibi, bundan sonra da eserleri yardımıyla bize daima yol gösterecektir.”37 Tütengil ise, Fındıkoğlu’nun eğitim meselesi ve memleketi olan Erzurum üzerinde oldukça hassas olduğunu, Erzurum’da bir üniversite kurulma fikrini desteklediğini, Atatürk Üniversitesi’nin gelişimini ilgiyle izlediğini ve kütüphanesini buraya bağışladığını vurgulayarak, Erzurum Belediyesi’ni, Atatürk Üniversitesi’ni ve nihayetinde tüm Erzurumluları ve Erzurum’a gönül verenleri, Fındıkoğlu’nun adını ve düşüncelerini gelecek kuşaklara aktaracak bazı görevler beklediğini, Erzurumluların bu büyük “DADAŞ”larını unutmadıklarını tez elden göstermeleri gerektiğini ifade eder.
Fakat bu vefa borcu sadece Erzurumluların değil Tüm Anadolu insanınındır. Çünkü Fındıkoğlu için memleket Anadolu’dur ve o, bir memleketçi (Anadolucu) olarak memleketini ve memleketlisini, Anadolu insanını hiçbir zaman unutmamış, hep milli kalkınma ve milli eğitim için çalışmıştır. Fındıkoğlu, yazın hayatının erken yıllarından itibaren eğitim meselesi üzerinde durmuş fakat bir eğitim modeli önermekten ziyade Türkiye’nin güncel eğitim sorunlarına ilişkin pratik çözümler getirmeye çalışmıştır. O, eğitimi, toplumun değer ve normlarını yeni nesillere aktaran, şahsiyetini tamamlamış ve milli ideallere malik yurttaşlar yetiştiren, modern dünyaya ayak uydurma yolunda hızlı bir değişim içerisinde olan Türk toplumunun bütünlüğünü ve bilhassa yükseköğretim aşamasında kültür yaratarak memleket kalkınmasını sağlayacak temel “iş”ler/faaliyetler ve kurumlar bütünü olarak ele almıştır.39 Bu bağlamda eğitime oldukça özel bir önem veren Fındıkoğlu, onu milli, kültürel ve bilhassa ahlâki, bir çerçevede tanımlamayı yeğlemiştir.

Öğrencilerinden Prof. Dr. Orhan Türkdoğan, doktora yaptığı yıllarda tezi için bir yönetici öğretim üyesi aramış fakat çaldığı kapıların hiçbirinden olumlu cevap alamamıştır. Son bir ümitle Fındıkoğlu’nun kapısını çalmıştır. Türkdoğan’ın kendi anlatımıyla:
“Nihayet, 10 yıl önce gördüğüm sempatik, babacan, o büyük insana -içimde bir ürperti ve çocuğumsu duygularla- gittim. Erenköydeki evinde beni kabul ettiler. Efser hanımefendi de yanlarında idi. Erzurum’dan geldiğimi, tezimi, konusunu ve karşılaştığım engelleri teker teker açıkladım. Güldü, kendine has ironik tebessümü ile “Kültür değişmelerinin yazarı da mı kabul etmedi” dediler? Ben, üzülerek “maalesef” dedim. Tezimi aldı, uzun uzun karıştırdı ve sonra gözlüklerini alnına götürerek, “Efser hanım dedi, Erzurum Üniversitesinden büyük bir sosyolog gelmiş, kendisi öğle yemeğinde misafirimiz olacak, lütfen bir eğitimli çorba yap da yiyelim”.. Ben, garip bir heyecanla ürperdim. Tereddüdümü ·görünce, “tamam dedi. Hemen jüriyi kuralım, gerekli merasimleri hallet, bizim için kafi”,.. Hocanın, esprili konuşmaları, özellikle “eğitimli çorba” tabirinden tezimdeki uzun lise hocalığından kalan bir öztürkçecilik hastalığına işaret ettiğini anladım.”40 Öğrencilerinden Prof. Dr. Mustafa E. Erkal ise, Sosyoloji Konferansları’nın Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’a Armağan edilen 31. Sayısında; “Fıdıkoğlu Hoca gibi diğergam [fedakâr] çevresine yazma alışkanlığını kazandıran, asistanının yazdığı kitabı günlerce masasının üstünde tutup her gelene bunu memnuniyetle gösteren, unvanını dışarıda pazarlamayan, mesaisini bütünüyle eğitim-öğretime ve iyi rehber olmaya adayan, öğrencisine bile tepeden bakmayan, idealist, bilimsel şüpheye sahip insanlara yüksek öğrenimin ihtiyacı her zaman olacaktır. Kendisine çok şey borçlu olduğumuzu hissediyorum. O’nun asistanı olmakla daima gurur duydum. Benim dışımda Prof. Dr. Amiran Kurtkan Bilgiseven, Prof. Dr. Rahmetli Mehmet Eröz ve Prof. Dr. Enis Öksüz’ün de aynı duygu ve düşüncelere sahip olduklarını tespit etmiştim”41 diyerek Fındıkoğlu’nu minnetle yâd eder.

Sonuç ve Değerlendirme

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, kendi kuşağının idealist entelektüelleri gibi sahip olduğu inanç ve ilmî şahsiyetle kendini memleket kalkınmasına adamış ve her ne kadar Batı düşüncesinden beslense de, bunu yerel değerler ile sentezleyerek geniş ölçekli, evrensel bir kavrayış geliştirmeye ve böylece memleketin dertlerine çare olmaya çalışmıştır. Ekonomik ve siyasi sebeplerle yaşadığı sıkıntılar onu ideali uğruna mücadele etmekten, büyük bir azim ve inançla memleket için çalışmaktan alıkoymamıştır. O, önce şahıs olmayı, yani bağımsız ve özgür düşünebilmeyi sonra da bu özgürlük içinde ahlâkî seçimler yapabilmeyi oldukça önemsemiş ve öyle de yapmıştır. Böylece ne dünyaya açılıp memlekete sırtlarını dönmüş ne de dünyaya sırtını dönüp yerelliğe hapsolmuştur. Milliyetçilik anlayışı ve savunduğu Anadoluculuk düşüncesi her ne kadar dar kapsamlı ve yerel görünse de –kaldı ki bu sadece tek yönlü bir eleştiridir- bu onun için ahlâkî bir seçimdi ve yeni dünya düzeni içerisinde bir milletin kendisi olarak var olabilmesi ve kendisini müreffeh bir şekilde geleceğe taşıyabilmesinin yoluydu.

Prof. Dr. Kemal BAKIR