GelişimErzurumYazı

BATI’DAN DOĞU’YA BİR BAKIŞ: GOETHE

Kendine üç bin yılın hesabını verenler dünyanın bir köşesinde yaşamazlar. Onların vatanı yeryüzünü bir uçtan bir uca sarıp sarmalar. Zaman, onlar için ne geçmişte kalan ne de henüz gelmemiş olandır. Onlar için zaman, üzerine kelimeler yazdıkları boş bir sayfadır.


Johann Wolfgang Von Goethe, dünya insanlık ailesinin en özel isimlerinden biri. 1749 yılında Almanya’da doğan Goethe edebiyatçı olmasının yanı sıra bir ressam, doğa bilimci ve siyasetçidir. Farklı kültürlere, dillere, inançlara kalbini korkusuzca açan bu deha “dünyaya ait bir insan olmak ne demektir?” sorusunun ete kemiğe bürünmüş bir yanıtıdır. Goethe için değerli olan şu millete, şu inanca ait olan değildir, değerli olan bizatihi değerlidir. Eğer içine doğduğunuz kültürü Goethe’den okursanız kendinizle hiç olmadığı kadar gurur duyabilirsiniz. O, her an gözümüzün önünde olsa da göremediğimiz şeye derinlemesine nüfus ederek kalbine alan, sanatsal dehasıyla onu bize berrak bir biçimde sunan kişidir.


Goethe, Hz Muhammed için yazdığı Muhammed Kasidesi’ni kaleme aldığında 23 yaşındadır. Kaside’nin de içinde yer aldığı Doğu-Batı Divanı1 isimli eserinin etkisi o kadar büyüktür ki hiç beklenmedik yerlerde tarihe eşlik eder. 1925 yaz aylarında Alman bir genç Kuzey Denizi’ndeki Helgoland Adasına gider. 23 yaşındadır ve çözümü zor bir fizik problemi tarafından ele geçirilmiştir. Sözünü ettiğimiz genç Werner Heisenberg’tir. “Kuantum kuramı”nın yapısını oluşturmaya izin veren fikri bulan kişi. Fizik biliminde herkesin aklını karıştıracak olan bu gencin o adada bir problemle uğraşırken verdiği molalarda Doğu-Batı Divanı’ndan şiirler ezberlediğini biliyoruz.

Doğu-Batı Divanı hala dünya entelektüellerinin başucunda durmaktadır. Divan, elbette Batı’da gösterdiği etkiyi Doğu’da gösterememiştir. Bunun nedeni kendimizi dünyaya ait hissetmiyor oluşumuzda aranmalıdır. Goethe’nin “aslında Müslüman olduğu” na dair bir takım söylentilere verdiğimiz dikkati eserin kendisine vermememizin bir nedeni de kendi inancımıza nitelikli bir ilgi duymayışımızdan kaynaklanıyor olsa gerek.

Peki bizim bile duymadığımız bu derin ilgiyi çok genç yaşlardan itibaren Goethe neden duymuştur?

Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle sözü edilen tarihlerde Avrupa entelijansiyasında (aydınlar topluluğu) ötekini tanımaya dönük bir heyecanın baş gösterdiğini hatırlamak gerekir. Aydınlanma hareketi Hıristiyanlık dışında dini görüşlerle tanışıklığı teşvik ediyor hatta bu farklı görüşlerin tanıtılmasını kendine vazife olarak görüyordu.3 Aydın için dünya kendine ait bir yurt haline geliyor ve kendi yurdunu tanıma ciddiyetiyle meselelere yaklaşılıyordu. Goethe ve onu etkileyen diğerlerinin İslam’a duyduğu ilginin temelinde bu aydınlanma hareketinin olduğunu belirtmek hayati önem taşımaktadır. Ünlü filozof Leibniz’ın 1710 yılında “Allah’ın Lütufkârlığı, İnsan Hürriyeti ve Kötünün Sebebi Üzerine Bir Deneme” isimli makalesinde Hz. Muhammed’den övgüyle 6 Mommsen, Goethe ve İslam, s. 20. bahsettiği hemen ardından dini toleransın baş temsilcisi sayılan Lessing’in “bir akıl dini” olarak İslam’a dikkat çektiğini belirtmeliyiz.4 Herder’e gelince; o Goethe üzerinde asıl etkiyi yaratmış kişidir.

“İnsanlık Tarihinin Felsefesine Dair Fikirler” isimli eserinin 19. Bölümünde Hz. Muhammed’in “Allah’ın birliği inancı için ulvî heyecanını”, “temizlik, namaz ve hayır işleri yoluyla O’na hizmet etme tarzını” hayranlıkla dile getirir. Herder, Müslümanların ulaştığı kültür seviyesini yüksek bir düzey olarak tanımlamakta ve Kuran için şunları söylemektedir;

“Şayet Avrupa’nın Alman galipleri, Arapların Kuran’ı gibi dillerinde klasik bir kitaba sahip olsalardı, bu Latince kitap (Kitab-ı Mukaddes) asla dillerinin maliki olmazdı ve aynı zamanda soylarının bir çoğu çılgınca helak olup gitmezdi.”

Herder’in Kuran’ı bir dil abidesi olarak övmesi Goethe’yi derinden etkiliyor ve o da şöyle diyor;

“Kuran’ın üslubu…kati, büyük, müthiş ve yer yer gerçekten ulvidir.”

Mommsen “gerçekten ulvîdir” ifadesinin Goethe dağarcığında bir şaheseri tasvir etmek için kullanıldığına dikkat çekiyor.6 Onu etkileyen yegane şey dil değil elbette, Kuran metninin içeriğine duyduğu ilgi, metni anlamaya dönük çaba, tesiri altında kaldığı ayetlerin yapıp etmelerini etkilemesi, tüm bunlar Goethe’nin ömrü boyunca devam ediyor.

“Halime: Beni korkutma sevgili oğlum, seni gün batımından önce bekliyorum. Taze gençliğini gecenin tehlikelerine maruz bırakma.

Muhammed: Kafirler için gündüz de gece gibi lanetlidir. Kara kurbağanın zehri çektiği gibi günah da kendine çeker felaketi. Öte yandan fazilet de şu gök kubbenin altında bir nazarlık misali en hayırlı, sağlıklı hava küresini etrafımızda muhafaza eder.

Halime: Böylesine yalnız bir sahrada, eşkıyadan hiçbir gece emin değildir.

Muhammed: Ben yalnız değildim. Allah’ım lütufkârca yanıma yaklaştı.

Halime: Gördün mü O’nu?”

Muhammed: Sen görmüyor musun onu? Her sessiz kaynağın başında, yeşeren her ağacın altında, sevgisinin tüm sıcaklığıyla benimledir. Nasıl müteşekkirim O’na. O, göğsümü açtı, kalbimin üzerindeki katı örtüyü kaldırdı ki O’nun ismini hissedebiliyorum.

Halime: Rüya görüyorsun! Göğsün açılmış olsa sen yaşayabilir misin?
Muhammed: Beni anlamayı öğrenesin diye senin için Allah’a yakarmak istiyorum.”

Goethe’nin kaleminden çıkmış bir sahne bu. Nasıl da hakim Hz. Muhammed’in çocukluğuna dair detaylara… Bu sahnede de geçen göğsün açıl4 GELİŞİM ERZURUM ması, göğsün genişletilmesi meselesi Goethe’yi derinden etkilemiş konulardan biridir. İnşirah Suresinin ilk ayetlerinde geçer bu ifade; “Biz senin göğsünü genişletmedik mi? Belini büken o yükü senden alıp atmadık mı?...”

Benzer bir ifade Tâhâ Suresi 26. Ayette Hz. Musa’nın dilinden bir dua olarak belirir; “Rabbim! Göğsümü genişlet!” 1772 yılında Goethe, Herder’e bir mektupta şöyle der;

“Musa’nın Kuran’da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum; Tanrım, göğsüme ferahlık ver!”

Goethe aynı yıl Muhammed Kasidesi’ni yazar.

“Kayalıklardan fışkıran,
Şu neşe pınarına bakın,
Bir yıldız çakışı sanki;
Bulutlar üzerinde
Yüce ruhlar beslemiş gençliğini
Derununda koruluktaki kayalıkların.
Taptaze gençliğiyle,
Sıyrılıp bulutlardan
Raks eder gibi iner mermer kayalara
Haykırır sevincini yine
Sinesinden asumana.
Katmış da önüne rengarenk çakılları
Sürüklüyor dağ geçitlerinden
aşağı,
Ve bir önder azmiyle
Götürüyor beraberinde,
Nice kardeş pınarları.
Vadilerden aşağı
Çiçeklenir geçtiği yerler,
Ve çimenler soluğuyla yeşerir…”
Kaside, Hz. Muhammed’in nasıl dönüştürücü bir yaşam kaynağı olduğunu berrak sözcüklerle bezeyerek sunmaya devam ediyor. Şiirdeki estetik tıpkı Hz. Musa’nın duasının kabulüne benzer bir ferahlık veriyor insan göğsüne. Goethe’nin de duası kabul olmuş olmalı çünkü ancak göğsü genişleyen ötekileri de feraha davet edebilir.

Senail Özkan’ın şu tespitine kulak vermeli; “Büyük medeniyet ve kültürleri dâhiler yaratır; çünkü dâhiler, zihni ve kalbi evrensel değerlere açık düşünürlerdir. Bu düşünür ister şair, ister filozof, ister mimar yahut heykeltıraş, ister müzisyen yahut ressam olsun, eğer dimağı ve kalbi evrensel estetik ve etik değerlere açık değilse insanlık için kalıcı eserler vermesi mümkün değildir. Gözü başka medeniyetlere, kültürlere ve dolayısıyla dinlere kapalı mütefekkirler, dolap beygirinden farksızdırlar ve doğrusu ne ürettiklerinin de şuurunda değildirler. Bu neviden mütefekkirlerin mürekkeplerine, Goethe’nin tabiriyle, çokça su karışmıştır.”

Dâhilere benzemek için ne yapmalı? Belki onlar gibi kalıcı eserler veremeyiz, adımız onlar gibi dünyada duyulmaz ama zihnimizi ve kalbimizi dünyaya açmayı deneyebiliriz. Bu esasında Goethe’nin kalbine aldığı İslam Geleneğine yaklaşmak demek aynı zamanda. İnsanlık ailesine doğru attığımız her adım kayalıklardan fışkıran neşe pınarı Güzel Muhammed’in dinine doğru atılan bir adımdır. Onun dini şayet tüm insanlığı kucaklıyor olmasa ne Goethe ne de diğerleri kendilerine Muhammed’in yanında bir yer bulabilirlerdi.

“Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı!” (Maide 48) Ama öyle yapmadı ve nedenini aynı ayette açıkladı; “İyi işlerde yarışın” diye.

İnsanlık ailesinin seçkin öznesi Goethe’nin, İslam’dan etkilenmesini Mommsen üç nedene bağlıyor;

Birinci neden Hz. Muhammedin kişiliği ve insanlar arasında bir elçi olarak faaliyet gösterme şuurudur. İkinci neden Kuran’daki tevhit anlayışı iken diğer neden İslam’ın dünyaya da dönük olmasıdır. Goethe, çağdaşı Hıristiyan arkadaşlarının aksine dünyayı bir ah-ı figan vadisi olarak görmeden çalışmaya şevkle bağlı olmasını bu düşüncenin onu teşvik etmesine bağlamaktadır.

Sözü Goethe’ye ait bir şiirle kapatalım;

“Mülkiyet:
Biliyorum ki ben,
Ruhumdan akıp gelmek isteyen düşünceler
dışında,
Hiçbir şeye sahip değilim.
Biliyorum ki ben,
Tatlı bir sevgiyi, küçük bir sevinci tattığım
anlar dışında,
Hiçbir şeye sahip değilim.”

Kasidenin tamamı Goethe, Doğu-Batı Divanı’ndan okunabilir.

Ayşe ACAR