GelişimErzurumYazı

ERZURUM ASKERİ GENEL VALİSİ SERGEY MİHAİLOVİÇ DUHOVSKY’NİN ANILARI - 1 RUSLAR ERZURUM’DA 1878’DE

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin (93 Harbi) sonunda Rus Ordusu 21 Şubat 1878’de Erzurum’a girmiş ve Erzurum’u teslim almıştı. Rus Askeri Genel Valiliğine Tümgeneral Sergey Mihailoviç Duhovsky getirilmişti. Erzurum’da tam yedi ay Askeri Genel Valilik yapan General Duhovsky, Erzurum’u Berlin Antlaşması’ndan sonra Türk Ordusuna teslim ederek Tiflis’e ve daha sonra da St. Petersburg’a dönmüş, burada yayınladığı 40 sayfa metin ve ekindeki 1 sayfa harita ile birlikte anılarını “ Русские в Эрзеруме в 1878 году. С планом города и чертежом памятника.” adıyla yayınlamıştı.
St. Petersburg Milli Kütüphanesi’nde bulunan bu anıların kopyası, değerli arkadaşım Zafer Pasin’in Rusya’da bulunan oğlu Müh. Yıldırım tarafından bana ulaştırıldı. İleri derecede Rus diline hâkim olan Kars Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hacali Necefoğlu ise kitabın Rus diline çevirisini yaptı. Sayın Pasin ve Necefoğlu’na bu eşsiz desteklerinden dolayı çok minnettarım. Yazımda, anılardaki yer adlarını güncelleştirerek fotoğraflarla zenginleştirmeye çalıştım.
General Duhovsky’nin Özgeçmişi 1838 yılında dünyaya gelen Duhovsky, Mühendislik ve Genel Kurmay Akademisi’nden 1859 yılında teğmen olarak mezun oldu. 1862’de Kafkasya Ordusuna atanan Duhovsky, 1870-1872 yılları arasında Kafkasya Ordusu Kurmay Başkanlığı Yardımcılığı yaptı. 1873’te tümgeneralliğe terfi etti ve Kafkasya’da Türklere karşı bir savaş planı geliştirmek için görevlendirildi. Ardahan saldırısında önemli roller üstlendi. Daha sonra Hınıs’ta Ermeniler ve Kürtler arasındaki çatışmaları durdurmak için görevlendirildi ve Osmanlı-Rus Sınır Tespit Komisyonunun başına getirildi. Erzurum askeri Genel Valisi olarak tayin edilen Duhovsky, savaşın sonunda, Moskova askeri bölgesi kurmay başkanı olarak atandı, 30 Ağustos 1886›da korgeneralliğe terfi etti.
Amur Bölgesi Genel Valisi ve Amur Askeri Bölgesi Komutanı olarak da görev yapan Duhovsky, Rus İmparatorluk Coğrafya Kurumu’nun Amur Dairesi’ nin organizasyonunda aktif rol aldı ve bölgedeki eğitim kurumlarını geliştirmek, birlikler için tesisler düzenlemek, subayların ömrünü iyileştirmek ve onlarla birlikte askeri koleksiyonlar ve kütüphaneler kurmak için çalıştı.
28 Mart 1898’den Aralık 1900’e kadar Türkistan Genel Valisi ve Türkistan Askeri Bölgesi komutanı olarak görev yapan Dukhovsky 1 Mart 1901›de öldü ve Alexander Nevsky Lavra’nın Nikolsky mezarlığına gömüldü.
11 Nisan 1876’da Prens F. G. Golitsyn’in kızı Prenses Varvara Feodorovna (1854-1931) ile evlendi. Çocukları olmadı.

Erzurum şehrinin ve kalesinin işgali 31 Ocak’ta Hınıs-Kale’de, komuta ettiğim müfrezeyi Tümgeneral Loris-Melikov’a teslim etmek ve demarkasyon komisyonu başkanı olarak atanmam vesilesiyle acilen Hasan-Kale’ye gitme emri aldım. 1 Şubat’ta Hınıs’tan ayrıldım ve ayın 3’ünde Hasan-Kale’ye vardım. Birkaç gün önce Erzurum’dan ayrılan, Mirliva Hüseyin Avni Paşa, Kurmay Binbaşı Daniel Saib-bey, Anadolu Ordusu Karargâh Başkanı Yaveri Yüzbaşı Ahmet Hasbi Bey ve Katip Hilmi Efendi’den oluşan Türk komisyonu ise zaten buradaydı. Askerlerimizin son konuşlanmasına kadar geçecek sürede Erzurum geçici komutanlığı görevi bana verildi.
Komisyon, ateşkese izin verilebilecek koşulların son maddesi olarak aşağıdaki talepleri yerine yetirmekle görevlendirildi:
1. Erzurum’un Türk birliklerinden derhal arındırılması ve birliklerimiz tarafımızdan işgal edilmesi.
2. Erzurum’da bulunan birliklerin Bayburt-Mashahatun hattının (bu iki noktaya yerleşme hakkı saklı kalmakla) ötesine çıkarılması.
3. Kobuleti, Yukarı ve Aşağı Acara ve Şavşat ve Lazistan’dan Türk askeri birliklerinin haritada belirtilen sınırlara çekilmesiyle birlikte Tsikhidzir mevzisinin ve Batum’un Türklerden arındırılması.
4. Beyazıt Sancağı ve Van bölgesinin tamamının Van kentinin paraleline (enlemine) kadar Türk birliklerinden arındırılması.
5. Birliklerimizin işgal ettikleri noktalarda kalma ve işgal edilen topraklar içinde hareket etme hakları saklıdır

Her iki komisyonun da Erzurum’a derhal gitmesi gerekli görüldü. İlk müzakereler sırasında ortaya çıktığı gibi, Türk yetkililer Müşir İsmail Paşa veya onun karargah başkanı Ferik Musa Paşa (Kundukhov)’ya sormadan hemen hemen hiçbir şey yapmaya cesaret edemiyorlardı.
4 Şubat’ta her iki komisyon da Hasan Kale’den ayrıldı. Devasa karlarla kaplı Deveboynundan geçen yol tamamen kapalı olduğundan, komisyonlar Yukarı Tuy köyünün içinden, Çoban-Dağ sıradağları, Köşk, Tafta(Gökçeyamaç), Hins (Dumlu) ve Sitavuk(Yolgeçti) köylerinden geçen dairesel abluka iletişim rotamız boyunca gitti. Burada, 40. Piyade Tümeni karargahının yerleştiği mıntıkada, komisyonlar geceyi geçirdi; Yaklaşık 9.000 fit3 yükseklikte, özellikle kalın karlı Çoban-dağ üzerinden geçen yol, askeri konvoyların sürekli hareketinden dolayı o kadar bozuktu ki at üzerinde hareket etmek bile çok zordu.
5 Şubat sabahı erken saatlerde, yukarı Fırat’ın (Karasu) donmuş bataklıklarından düz bir yol boyunca ilerledikten sonra, Soğuk-Çermik köyünden geçen komisyonlar Erzurum’a yaklaştılar. Kurt İsmail Hakkı Paşa’nın (1818-1897) gönderdiği subaylar onları karşılamak için Erzurum’dan yola çıktılar. Şehre girmek zorunda olduğumuz Kavak cephesi de dahil olmak üzere Erzurum kalesinin tüm cephelerinde birbirine yakın kamplarda Türk birlikleri bulunuyordu. Onların sivri, yuvarlak çadırları, aceleyle inşa edilmiş ve taş fırınlarda sürekli yanan ateşten neredeyse kararmıştı. Surlarda hala büyük kalibreli silahlar vardı.
Surların yakınındaki Türk askerleri ve sokaklardaki insan kalabalığı merakla girişimize bakıyorlardı. Bu açık ve ayazlı günde ilk izlenime göre, oldukça temiz sokakların, çok sayıda açık dükkânın ve sağlıklı bir nüfusun görüntüsü beni şaşırttı, çünkü tüm bunlar, uzun bir ablukadan sonra, ancak çok zengin geçim olanaklarına sahip bir şehirde olabilirdi.
Öğleye doğru Hüseyin Paşa, bizi Rus komisyonu üyeleri için özel olarak hazırlanan eve götürdü. Ona Müşir İsmail Paşa’ya gideceğimizi bildirdim. Müşir İsmail Paşa bizi çok nazikçe karşıladı; ama ruhunun kırgınlığının ve şehri Ruslara teslim etme emrinin uzun süre burada genel valilik yapan ve Erzurum’u öz evladı gibi seven kendisi için çok ağır olduğu açıktı. Müşir’in yanında karargâh başkanı Musa Paşa ve komisyonun tüm Türk üyeleriyle görüştük. Müşir’in vahim halini görünce, ona sadece bana verilen görevin konusunu hatırlattım, ondan gerekli talimatları alan Hüseyin Avni Paşa ile gerekirse Musa Paşa ile görüşeceğimi söyledim.
Müşir İsmail Paşa’nın emriyle bizim için Türk mutfağından öğle yemeği hazırlandı.
Yemekten sonra bizim Musa yanıma geldi. Şehri boşaltmak için yedi günlük sürenin mümkün olduğu kadar uzatılmasını ve Rus birliklerinin şehre girmesinin Müşir İsmail Paşa ve karargâhının şehirden ayrılmasından sonraya ayarlanmasını istedi. İlk isteği kesinlikle reddettim ve daha sonra Müşir İsmail Paşa’nın İstanbul’dan Erzurum’u Ruslara teslim etmesi için hiç beklenmedik bir şekilde emir aldığını, kendisinin bu emire kalenin tamamen güvenli durumuna atıfta bulunarak üç kez telgrafla itiraz ettiğini, üçüncü telgrafına cevaben kendisine, padişah adına emre daha fazla uymamanın vatana ihanet sayılacağının açıklandığını öğrendim.
Bu arada Türkler, topçu ve askeri malzemelerin Erzurum’dan çıkarılması hazırlıklarına başlamışlardı. Bu durum Erzurum’un Türk birliklerinden arındırılması için tayin edilen yedi günlük sürenin uzaması demekti. Şiddetli kış koşullarında bütün bir ordunun birkaç gün içinde çıkması çok zordu.
Müşir’in ikinci isteğiyle ilgili olarak, kaleyi bir saatliğine bile olsa yeterli sayıda birlik olmadan bırakamayacağımı beyan ettim ve Rus birliklerini en geç 9 Şubat sabahı TopDağ kalelerine getirmenin gerekli olduğunu söyledim; Müşir’e eğer isterse bir gün önce ayrılabileceğini beyan ettim. Her şeyden önce, ayın 19’u akşamına kadar burada tek bir bölüğün kalmaması için Türk birliklerinin Erzurum›dan çıkarılması programının derhal hazırlanmasını talep ettim. Türk birliklerinin işgal ettiğimiz bölgeden güvenli geçişini izlemek için Rus ve Türk taraflarından temsilcilerin atanması konusunda anlaştık. Bizden, Ilıca tarafından abluka hattını işgal eden tugay komutanı Tümgeneral Erast Stepanoviç Tsitoviç(1830-1898), Türk tarafından ise Binbaşı Hacı Halid Ağa temsilci olarak atandılar. Türk birlikleri Erzurum›dan ayrılana kadar şehrin ablukasının tüm ciddiyetle sürdürülmesini gerekli buldum ve bu gerekliliği hemen kolordu komutanına bildirdim. Musa Paşa, yılın bu zamanında ihracatın imkânsızlığı nedeniyle Erzurum’da satın alabileceğimiz çeşitli gıda ürünlerinin bulunduğu çok büyük bir depolar bulacağımızı duyurdu;
Türklerin önemli sayıda hastayı, doktor ve hizmetlilerden oluşan tam kadroyla bizim bakımımıza bıraktığını ve yarın sabahtan itibaren doğrudan emir vermem için görmek istediğimi ifade ettiğim tüm komutanların bana geleceklerini söyledi. Hasankale’de ki kolordu komutanı ile ilişkilerimin rahatlığı için, Erzurum telgraf istasyonunda Teğmen Kalişevskiy konuşlandırıldı; İletişim, kısa sürede şehirden askeri hattımızın geçtiği Sitavuk köyüne kadar uzanan telgraf teli ile sağlatılıyordu.
Ertesi günü (6 Şubat) her iki komisyonun üyeleri, ateşkes koşullarının geliştirilmesine ve şehrin Türk askerlerinden arındırılması prosedürlerinin görüşülmesine ayırdılar.
Öncelikle Türk birliklerinin 5 Şubat›ta başlayan harekâtının bir listesi çıkarıldı. Yol boyunca büyük köylerin olmaması ve ağır kış mevsimi nedeniyle, özellikle gecelemelerde zorluklara rağmen, her gün önemli sayıda birlikleri göndermek zorunda kaldım.
Her iki komisyonun üyeleri 7 Şubat’ta ateşkes koşulları4 hakkında, 8 Şubat’ta ise Erzurum’un bize teslimi konusunda bir tutanak imzaladılar. Türkler, Rus ve Türk askerleri arasında bir çatışma olmaması için birliklerimizin konuşlandığı Ilıca köyünün içinden, durmadan geçmek zorundaydılar. Bazı Türk taburları ve bataryaları oldukça düzenli bir şekilde ilerliyordu; ancak sert bir kış için hafif üniformalarının dezavantajları herkese çok keskin bir şekilde yansıyordu. Türk askerlerinin geçişinden sonra yol boyunca donmuş insanların cesetlerini bulunuyordu. Türk birlikleri ulaşım olanakları sıkıntısı ve tam bir alay konvoy eksikliği sebebiyle bölük ve tabur ekonomisinin en gerekli öğelerini bile Erzurum’da bırakmak zorunda kaldılar. Ancak yedi günlük bir süre sona erdikten sonra onların çıkarılmasına izin verildi. Kalenin surlarında duran topların kaldırılması özellikle zordu.
Silahların hızla çıkarılması için garnizonun faaliyetlerine ise şaşırmak gerekiyordu. Yüzlerce kişi Topdağı ve Kiremitli Tabyalarından muazzam ağır topları halatlar yardımıyla şehre sürükledi. Rus birlikleri içeri girene kadar silahlar tüm kale ve surlardan çekildi. Türkler 320 toptan 155’ni çıkarmayı başardı. Geriye yaklaşık yarısı yivli, hazineden yüklenen mükemmel kalitede 165 top kaldı. Birçoğu, yedi günlük süre sona erdiğinde, bundan sonra kullanıma tamamen hazır olarak gezici yuvalarda Trabzon kapısına getirilmişti. Kullanıldıkları yerlerin yakınında silah arabalarından çıkarılmış yirmi top kalmıştı. Türkler, tüm topları geri çekmeyi başaramasalar da en azından ateşkesin beklenmedik bir anda bozulması durumunda bize tek bir silah kullanma fırsatı vermemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Terkedilmiş silahların birçok kilidinin götürüldüğünü fark ettim. Erzurum’da bırakılan topların tüm kilitleri temin edilene kadar Gez köyüne çıkarılan topların bir kısmına geçici olarak el koydum.
Kale surlarının altına yayılan sıradan barut mahzenleri neredeyse olduğu gibi mühimmatlar ve barut fıçılarıyla doluydu. Elimizde önemli silah depoları ve diğer çeşitli eşyalar kaldı; bu ürünlerin çok azı çıkarıldı. Listelerin biri Türkler, diğeri Ruslar için iki nüsha halinde tertip edildi. Kalan tüm depoların kademeli olarak yetkililerimiz tarafından devralınması kararlaştırıldı. Hepsi büyük bir karmaşa içindeydi. Neyin nerede ve ne kadar mevcut olduğunu kimse söyleyemiyordu. Silahların bulunduğu yerlerin yakınlarına çok sayıda kullanıma hazır mermi dağılmıştı; Tıpkı kaleyi keskin saldırıyla aldıktan sonra olduğu gibi.
Erzurum’dan çekilen Türk birlikleri kış için iaşe ve ibatelerinin yerli ahalinin uhdesinde olmakla sınır çizgisinin ötesine yerleştirilmek zorundaydı. Yolların o zamanki durumu ve kalın kar örtüsü sebebiyle bir adım bile ana yoldan ayrılmanın mümkün olmamasından ve Kop Dağı Geçidi’nin geçilmez olmasından dolayı çıkarılan toplar mecburen çok büyük eziyetle tek bir yerde (Pırnakapan köyü yakınlarında) toplandı, bahara kadar üst üste yığılarak kaldı.


Edirne’de imzalanan mütareke şartlarına göre, Erzurum’da bırakılan tüm Türk devlet malları, nihai barıştan sonra iade edilmek üzere tarafımızca bozulmadan muhafaza edilmeliydi; savaşın yeniden başlaması durumunda bunlar bizim malımız olacaktı. Depolarda kalmalarına izin verilen Türk subay ve askerleri hemen onları düzene sokmaya başladılar: topları belirtilen yerlere getirmeye, mühimmatı, özellikle donanımlı olanları sökmeğe ve depolardaki diğer tüm eşyaları saymaya ve düzenle yerleştirmeğe başladılar. Hepsinden önemlisi, kale topçuları kaldı. Yaklaşık 20 subay ve 450 alt rütbe; topçu mühimmatının önemli bir bölümünün bulunduğu kalede yerleştiler. Çeşitli askeri depolarda bırakılan subay ve askerler, depoların bulunduğu yere yerleştirildiler. Bunların sayısını netleştirmek çok zordu, çünkü Türk birlikleri yola çıktığında birçok birlikteki Erzurumlu subay ve askerler burada izinsiz kaldılar. Miralay (albay) Hakkı Bey, tüm asker ve timlerin başına getirildi. Subay ve geride kalanların sayısı kısa sürede azalmaya başladı; hepsi, onların gözlemlenmesiyle ilgili özel talimatlar verilen Rus komutanına bağlıydı.
Edirne mütarekesinin şartlarına dayanarak, Türk hükümeti tüm bozulabilir gıda maddelerini herkese satabilir veya karşılıklı anlaşmayla bize verebilirdi. Türkler ikincisini tercih ettiler. Müşir İsmail Paşa, devlete ait gıda malzemelerinin bize satılması için yerel halktan biri olan, ana vilayet meclisinin eski bir üyesi olan Ali Efendi Arapzade’yi vekil olarak atadı. Arapzade, yaklaşık 27 bin çetvert (çeyrek) buğday5 , 10 bin 700 pud6 galeta (peksimet), 3 bin çetEYLÜL 2022 35 vert7 arpa, 4 bin okka8 tereyağı, 7 bin okka tuz, 7 bin 500 pud saman ve diğer erzakların bize emanet edilebileceğini söyledi. Hiç hazır un yoktu; ancak şehrin yakınında 35’e varan değirmen vardı; çevre köylerde devlete ait çok fazla saman yoktu. Bütün bunların kolordu komutanının emriyle satılması yasaklandı ve yavaş yavaş levazım depomuza girmeye başladı. Türk hükümeti tarafından belirlenen fiyatlar oldukça yüksekti. Örneğin buğday samarası (dörtte üçü) 50 ruble; ama yine de, bu fiyatlar, son zamanlardaki ürünlerin bize maliyetine kıyasla bizim için çok uygun çıktı. Bizim tarafımızdan işgal edilen bölge zaten tamamen harap olmuştu ve kesintisiz kar fırtınaları ve şiddetli donlarla birlikte 9000 fit’in üzerindeki geçitlerden geçerek çetin dağ yolları boyunca Trans Kafkasya’dan uzun mesafeli bir ulaşım o kadar zordu ki, örneğin arpanın 1 çetvertinin Hasan Kale’ye teslimatı 36 rubleye mal oluyordu. Her halükârda, Erzurum’da bulunan Türk gıda stoklarının satın alınması bizim için çok büyük bir mesele haline geldi.
Kıdemli Türk doktoru Miralay İsmail Bey’in ifadesine göre, askerlerle birlikte gidemeyen tüm Türk hastalar yaklaşık 4.600 kişiydi. Hastalar merkezi kalıcı hastane başta olmak üzere hastanelere dönüştürülen altı kışla ve 19 özel ev olmak üzere 26 noktaya yerleştirilmiştelerdi. Bu mekanların neredeyse tamamı tıklım tıklım doluydu; sadece bazılarında düzen görülebiliyordu ve iki ana hastanede hastalar gerekli tüm olanaklara sahipti. Tüm hastalarla birlikte, 4-5 hasta için bir oranında eczacı, yardımcıları ve hizmetlileri hariç 31 hekim ve cerrah vardı. Bu açıdan ilaçlarda da bolluk olduğu söylenebilirdi. Sağlık görevlilerinin yaklaşık yarısı Avrupalılardı: Avusturyalılar, Danimarkalılar, Norveçliler, Prusyalılar, İtalyanlar, Yunanlılar ve diğerleri. İngiliz Kızılay’ının İngiliz bağışlarıyla donatılan iki reviri, diğer tıp kurumlarından farklıydı; onlar, diğer tüm tıp görevlileri gibi fes giyen, beyaz bir kol bandı ve sol kollarında kırmızı hilal olan dört çok çalışkan genç İngiliz doktor tarafından yönetiliyordu. Revir görevlileri nekahet dönemindeki alt rütbelerdi ve bir kısmı işe alınan yerel sakinlerdi. Askerlerimiz ve hatta Erzurum Ovası›nın köylüleri arasında korkunç bir tifo salgınının hüküm sürdüğü bir zamanda, tifolu hasta sayısının 150 yi geçmemesine çok şaşırdım. Erzurum’da Kasım ayının sonunda başlayan tifo salgınının en büyük boyutuna Aralık ve Ocak aylarında ulaştığı, günde 300 kişinin hayatını kaybettiği ve Ocak ayının ikinci yarısında birdenbire durduğu ortaya çıktı. Donmalar, ablukadaki Türk ordusunun baş belasıydı. Bir düzine donmuş askerin ve hatta tamamen donmuş cesetlerin ileri karakollardan getirilmediği bir gece bile geçmedi. Erzurum’a girmemden en geç üç gün önce, izcilerden gelen bazı bilgilere göre, Türkler ateşkese rağmen bütün gece bir saldırı beklediler. Donmuş askerlerin çoğu ampute edildi; ayakları ve kolları kesik insanların yattığı odalarda inanılmaz ağır bir koku vardı. Donmuş hastalardan sonra en çok dizanterili hastalar vardı. Genel olarak, Ekim’den Nisan’a kadar Türk ordusu Erzurum’da yaklaşık 12.000 kişiyi gömdü; ama bizim geldiğimiz günlerde, çoğu ampute olmak üzere her gün 50 ile 90 arasında kişi ölüyordu. Kızılay’ın İngiliz cemiyetleri askerlere bol miktarda insanı sıcak tutan çoraplar, kazaklar ve çizmeler dağıtıyorlardı; ancak bu eşyaların çoğunun, İngiliz doktorların bizzat bana bildirdiği gibi, ertesi gün çarşıda çok düşük fiyata satıldığı fark edilince, bu hayır işi önemli ölçüde azaldı. Bir yıldan fazla bir süredir hükümetlerinden maaş almayan ve paraya çok ihtiyacı olan Türk askerleri sıcak iklime uyum sağlayan hafif kıyafetleriyle kalmayı tercih ediyorlardı. Yeter ki ellerine birkaç kuruş geçsin.
Erzurum’u işgal etmemizden kısa bir süre sonra Türk hastaların sayısı azalmaya başladı, öyle ki Nisan ayında tüm özel evler boşalmıştı. İyileşenler, sürekli olarak bir ekipte toplanarak her hafta bir Mamahatun’a yollanıyordu. Buna bağlı olarak, tıp görevlilerinin sayısı da azaldı. Tıbbi yetkililerimiz ve özellikle atanmış kişiler, gerekli her şeyin zamanında yapılmasını takip ediyorlardı. Hastalıklarını tamamen atlatamamış kişilerin özel bir ihtiyaç olmaksızın ağır hastaların sağlıklarına zarar vererek bir odadan diğerine nakledildiğini gören yetkililerimiz defalarca Türk doktorlarını bu rahatsızlıkları gidermeleri konusunda ikaz ediyorlardı.
Abluka sırasında Erzurum’da yaşanan başlıca zorluklardan biri de yakıt sıkıntısıydı. Şehir, Soğanlık’tan getirilen yakacak odun ve nüfus oranında tezek ile kış için stok yapardı; askerler için gerekli olan hazırlıklar ise yapılmamıştı. Birçok ev yakıt için çoktan sökülmüştü; ancak buradaki tüm evler taştan yapıldığından, genellikle burada duvarların arasına (deprem etkisine karşı) taşların arasına yerleştirilen keresteler, döşemeler ve tomruklar çok yetersiz kalıyordu. Şehrin süsü olan ağaçlar acımasızca kesilmek zorunda kalındı. Şimdi eskisine kıyasla çok az ağaç kaldı.
Erzurum bizim tarafımızdan işgal edildiğinde, şehir yönetiminin tüm Türk yetkilileri, 10 Şubat sabahından itibaren en yüksek Rus makamlarına tabi olmaları şartıyla, yerlerinde kalarak görevlerini eskisi gibi yapmaya devam edeceklerdi. Ancak Ferik Musa Paşa’nın ısrarı üzerine, Türk komisyonu üyeleri, bu görevlilerin tüm masraflarının daha sonra hükümetler arasında yapılacak bir anlaşma ile Türk hazinesinden karşılanmasını talep ettiler. Türkler, Erzurum›daki Türk yaşamını ve Osmanlı hükümetiyle olan canlı bağlarını koruma isteklerini, Erzurum›un savaşta bizim tarafımızdan alınmamış, ancak bir rehin şeklinde geçici bir işgale mahkûm edilmiş olmasıyla açıklıyorlardı. Rus komisyonunun üyeleri ise şehir yönetiminin aynı anda iki devletin yönetimine çifte bağımlılığı düşüncesine bile izin vermediler. Rus tarafı, şehir yönetimi için tüm masrafların münhasıran bir Rus kaynağından gelmesi gerektiğine ve eğer Türkiye hesabına geri ödenirse, o zaman sadece hükümetler arasında daha sonra yapılacak bir hesaba göre yapılması gerektiğine inanıyorlardı. Bahsedilen harcamaların kaynağı meselesi hem Erzurum’daki manevi gücümüz açısından hem de maddi bakımından ilgili olduğu kişiler açısından önemli olduğundan dolayı, Erzurum’un bize teslim edilmesi için diğer prosedürler konusunda tutanak tertip edilmesini geciktirmemek ve derhal kolordu komutanına rapor vermek için bu meseleyi açıkta bırakmayı kendime bir görev saydım. Birliklerimiz Erzurum’a girdikten bir süre sonra, Müşir İsmail Paşa, İstanbul’dan, Erzurum şehir rütbelerinin masraflarının bir Rus kaynağından karşılanması gerektiğine, ancak hizmette bulunan tüm Türk yetkililerin Erzurum’dan tamamen çıkarılmasının daha iyi olacağına dair talimat aldı. Müşir, tüm görevlilerine mühürler, güncel dosyalar ve arşivlerle birlikte Erzincan’a gitmelerini emretti ve bu emir sonucunda Türk yetkililer buradan göç etmeye başladı. Bildiğiniz gibi Erzurum geniş bir vilayetin (genel valiliğin) yönetim merkeziydi; burada, asıl şehir ve vilayet kurumlarına ek olarak, idari, adli, ticari, dini yönetimi, maliye, gümrük gibi birçok yüksek makam vardı. Sekreterler ve yazıcılar(katipler) ile hizmet veren memurların sayısı birkaç yüzdü. Bütün bunlar, arabalarda yanlarında çuvallar dolusu kâğıt taşıyarak Erzincan’a taşındı. Erzurum’da ise sadece değiştirmediğimiz, maaşa bağladığımız, başkan ve üyelerden (yerlilerden) ibaret belediye meclisi kaldı. Buradan çıkan zaptiye (jandarma) alayı yerine, şehri altı kısım ve 60 mahalleye ayırarak, kendi polis teşkilatını kurduk; insanı ayrım gözetmeksizin her milletten görevli kabul etmeye başlayarak kendi polis teşkilatımızı kurduk. Bu teşkilata giren yerel Ermeniler ve Rumlar, daha önce Türkler karşısındaki aşağı konumlarından sonra, bir rol oynama fırsatından özellikle memnundular; hemen kılıç kuşandılar ve yeni görevlerini yerine getirmek için ciddi ve gayretle yola çıktılar. Şehir ve özel emniyet müdürlüklerinin kurulduğu evin üzerine özel bayraklar asıldı. Şehirdeki düzen bir an olsun kesintiye uğramadı; Müslümanlar olup biten her şeye gözle görülür bir üzüntü ve düşmanlıkla bakıyorlardı.

Ayın 7’sinde, akşam saat 7 buçukta, Rus komisyonunun tüm üyeleri, Müşir’in evinde büyük bir akşam yemeği için davet edildi. Dürüst Türk yaşlı İsmail Paşa’ya, o anlatılamaz zor duruma liyakat ve asaletle katlandığı için hakkını vermeliyiz. Müşirin bavullarının çoğu çoktan çıkarılmıştı; buna rağmen, 30 kişilik masaya çok iyi bir şekilde servis açılmıştı. Ev sahiplerinin ise bize mümkün olan tüm dikkati vermeye çalıştığı açıktı. Yemekhanenin yanında Erzurum’da kalan son askeri musiki korosu çalıyordu. Türk heyetinin tüm üyeleri, Anadolu ordusunun karargâh safları, çok sayıda paşa ve Erzurum halkının temsilcileri davet edilenler arasındaydı. İlk kadeh, elbette, ateşkesin bir an önce kalıcı bir barışa dönüşmesi dileği ile İmparator ve Sultan onuruna kaldırıldı. Çok ayazlı geceye rağmen, insan kalabalığı evin etrafını sarmıştı. Ancak Müşir, akşam yemeEYLÜL 2022 37 ğinden önce yarım saatten fazla bir süre bizimle birlikte bir atıştırmalıkla kaldıktan sonra, beni masadaki yerime getirdi ve odasına gitmek için izin istedi: “Tamamen hastayım” dedi, “Anlıyor musunuz, halimi görüyor musunuz?” Daha sonra bana akşam yemeğinin her saatinde onun dua ettiği söylendi.
Ertesi gün, 8 Şubat, öğleden sonra saat iki sularında, Müşir, karargâh başkanı/reisi Ferik Musa Paşa ile birlikte, at gözlüğü takılı bir çift atın çektiği bir kızakla yola çıktı. Hudut demarkasyon tutanağı henüz bizimle imzalanmamıştı. Hüseyin Avni Paşa’nın Musa’ya sormadan adım atmadığını görünce Müşir’den karargâh başkanını bir iki gün burada bırakmasını istedim. “Görüyorsun,” diye yanıtladı, “ne kadar yaşlı ve kalbim kırık, bana acı, şimdi onsuz adım atamam.” Müşir’e geceyi geçirdiği Gez köyüne giderken, başta Müslümanlar olmak üzere büyük bir yerel fahri maiyet at sırtında eşlik etti. Genel olarak, bu ayrılma dokunaklıydı. Gri saçlı Müslüman fanatiği yaşlı adam olan Müşir›in gözlerinde sürekli yaşlar vardı. “Beni her zaman destekleyen ve korkaklığı yasaklayan din olmasaydı,” bana dedi, “alnıma bir kurşun sıkmalıydım; evet, bir Rus insanı ve galiplerin bir temsilcisinin karakteristik özelliği olan cömertliğinle beni biraz destekledin”. Müşir, yola çıkmadan bir saat önce, “Durumunun ne olduğunu,” söyledi bana, “kalbimin ne hissettiğini biliyorsun ve bu kalabalık (evin yakınında toplanan, neredeyse tamamı beyaz sarıklı insanları işaret ederek) beni Erzurum’u Ruslara satmakla suçluyor”. Bir gün önce, kolordu komutanı bana, Müşir’in Ilıca’dan geçerken şeref kıtamızın önünden geçmeği reddetmemesi için düzenleme yapmamı emretmişti.
Tümgeneral Tsitoviç bu onuru mümkün olduğunca ciddiyetle düzenledi. Ancak Müşir, vagondan sadece birkaç dakikalığına indi, Tsitoviç’e, geçen tüm Türk birliklerine ve özellikle de komutanlarına gösterdiği ilgi sevgi ve ikramlarından dolayı içtenlikle teşekkür etti ve köylere doğru yol aldı. Birkaç gün yaşadığı Aşkale’de, birliklerini yerleştirdi. Müşir, Aşkale’den Mamahatun’a ve ardından askeri ve sivil tüm birimleriyle yerleştiği Erzincan’a taşındı.
Aynı gün, 8 Şubatta birliklerimizin Erzurum şehrine ilk hareketi yapıldı: Abluka hattının kuzey kısmını işgal eden 40. Piyade Tümeni’nin bir kısmı, kaleden atışların hedefi altında olan ve bu nedenle şimdiye kadar tutulmayan şehir kenarındaki köylere girdi: Tasmasor, Müdürge, Soğukçermik, Şıh ve Kân. Akşamdan beri Erzurum’dan çıkan çeşitli Türk ekiplerinin gecelemeleri için Gez ve Çiftlik köyleri boş bırakıldı.
Kolordu komutanının emrine göre, tahkimatlardan, her şeyden önce, tüm kaleye hâkim olan Topdağ, Aziziye ve Mecidiye tabyalarını Türk birliklerinden kalenin nihai temizliğine kadar işgal etmek gerekliydi. Bu tabyaların işgali, Deveboynu tarafında bulunan Kafkas Grenadiye(Özel birlikler) Tümeni birimleri tarafından 9 Şubat›ta planlanıyordu. Bütün kış burada hiçbir iletişim olmadığı ve kar, özellikle geçitlerde, birkaç sajen9 tabakasında yattığı için, yolun önceden yapılması gerekiyordu. Bu iş, Hasan Kale’den ayrıldığım gün başladı ve çok enerjik bir şekilde yürütüldü. Grenadiyeler, uzun zamandır hayallerinin nesnesi olan ve çok büyük fedakarlıklara mal olan Erzurum’a bakmak için sabırsızlanıyorlardı. Deveboynu’dan başlayarak, dik yokuşlu ve inişli doğal çukurlu arazi boyunca, karda, bazı yerlerde at üzerinde oturan biniciden daha derin olan bir hendek kazıldı. 13. Erivan Muhafız Alayı’nın 1. taburuna ve 14. Gürcü Grenadiye Alayı’nın dört taburuna, Erzurum’a ulaşmadan önce çeşmeye vardıklarında durmaları ve bana ise onları karşılamam ve şahsen tabyalara götürmem için emir verildi.
Gün açık, sessiz ve soğuktu. Şehrin birkaç saygın sakinini (dün Müşir’i uğurlayan) yanıma alarak çevremdeki küçük bir Kazak ekibiyle birlikte, şehirden yaklaşık altı verst10 uzağa götürdüm, birer birer kar hendeği boyunca hareket eden Erivanlıların öncü birlikleri ve onların tugay komutanı Tümgeneral Sergey Aleksandroviç Avinov’u(1801-1906) karşıladım. Hendeğin dibindeki gevşek kar, hareketi büyük ölçüde yavaşlatıyordu; insanlar devamlı nefes almak için hareketlerine ara veriyorlardı.
Birkaç düzine Ermeni’nin Ruslara bakmak için şehirden aceleyle koşarak geldi. Şehirdeki minarelerin tepelerinin 38 GELİŞİM ERZURUM ilk göründüğü çeşmeden başlayarak taburlarımızdan oluşan uzun bir sıra sağa döndü ve dar ve dik patika ile yavaş yavaş Topdağı yüksekliklerine tırmanmaya başladı. Buradan heybetli Aziziye, Mecidiye görüldü ve ayaklarının altında - koca bir şehir ve onun arkasında, beyaz-kar denizi arasında siyah, Trabzon karayolunun çizgisi, uzakta zar zor fark edilen Ilıca köyü. Topdağı’nın tepesinde taburlar düzlendi, yola çıktı ve sancaklarını açtı.
Erivanlıların 1. taburu, toplanma fırsatı bulmuş insan kalabalığı arasında, geçen yıl 28 Ekim’de Bakülüler tarafından şanlı bir şekilde basılan Azizeye tabyasına müzik eşliğinde düzenli bir şekilde yaklaştı ve kapılarının önüne dizildi. Tören kıtası yapıldı; Müziğin sesiyle bayrak, savunma kışlasının tepesine çıkan merdivenlerle yukarı götürüldü ve bir komutan olarak benim tarafımdan kapıların üzerine çekildi. Tabur, şapkalarını çıkararak haç işareti yaptı; sonra, yüksek “ura” sesleri ile müzik korosu “Tanrı Çarı korusun” şarkısını söyledi ve halk kışlaya girdi. Aynı şey 2. ve 8. Gürcü taburları tarafından büyük bir kışlanın bulunduğu sağ Aziziye önünde, aynı alayın 1. ve 4. Taburları ise Mecidiye önünde yapıldı. Gürcülerin mavi bayrakları, simetrik olarak inşa edilmiş savunma kışlalarının iki yanından ikişer kaldırılarak biri benim, diğeri aynı anda Tümgeneral Avinov tarafından çekildi.
Böylece Rus birliklerinin Erzurum tabyalarına ilk girişi gerçekleşti. Subaylarımızın ve askerlerimizin, tüm Türk birlikleri şehri terk edene kadar Topdağ’dan inmeleri yasaklandı Akşama doğru son Türk taburları yola çıktı; şehir muhafızları, ablukanın başlangıcından itibaren silahlarla donanmış zaptiye (Türk jandarmaları) ekipleri tarafından gece boyunca işgal edildi. Erzurum muhafızları, muhafız komisyonunun bir üyesi olan Albay Tolstoy tarafından ayrıntılı bir şekilde denetlendi ve 10 Şubat sabahından itibaren Rus birlikleri tarafından işgal edilmesi düşünüldü.
159. Guri piyade alayından olan ilk Rus muhafızları, Oltu Kapısı’ndan girdi. İnsanlar, yüzlerce meraklı gözün önünde volta atan Rus nöbetçilerine hayretle bakıyordu. Şehirdeki asayiş bir dakikalığına ihlal edilmedi ve sadece şehrin kenar mahallelerinde, cesaretlenen Hıristiyanlar tarafından, açıkta bırakılan Osmanlı mahzenlerinden barutu çıkarmaya yönelik iki veya üç vaka oldu; ancak askerlerimizin ortaya çıkmasıyla bu girişimler de sona erdi. Bugün Meclis aracılığıyla ablukanın kaldırıldığını şehre duyurdum. Bu konuda daha önceden askeri birliklere emir verilmişti.
10 Şubat günü, öğleden sonra saat 2 sularında, Soğanlık müfrezesinin (Erzurum’u bloke etmiş) komutanı Korgeneral Heyman, Erzurum’a geldi. Tüzük gereğince, iç tarafında şehir meclisinin toplandığı Kars Kapısı’nın dış tarafında onu karşıladım. Korgeneral Heyman önce İngiliz General Kimbal’in daha önce yaşadığı daireye yerleşti; sonra İngiliz konsoloslarının kaldığı eve taşındı. Daire önünde General Heyman, müzik korosu eşliğinde bir şeref kıtası tarafından karşılandı. Varışından hemen sonra, farklı inançlardan şehrin en saygın 10 sakini ve onlarla birlikte ruhani temsilcileri onunla görüşmeğe geldiler: Ermeni Katolik, Gregoryen, Rum başpiskoposları ve Müslüman Kadı’sı, tüm taleplerimizi yerine getirmeye tam olarak hazır olduklarını ifade ettiler. O günden başlayarak Erzurum’un Türklerden arındırılması ve bizim işgalimiz bir gerçek oldu.
11 Şubat’ta, kolordu komutanı Adjutant (Yaver) General, şimdi Kont Loris-Melikov şehre geldi. Bu kez, Meclis üyeleriyle birlikte şehrin tüm saygın sakinleri, sırmalı üniformaları, madalyaları ve silahlarıyla kapılarda toplandılar; tam orada, bizim muhafız kıtamızın yanında, Kars kapısındaki kışlada kalan Osmanlı birliklerinden küçük bir fahri muhafız kıtası da sıraya dizilmişti. Şehrin sokaklarında, (Müslüman kesim arasında) Maksud Efendi’nin evine kadar, Topdağı’n dan inen grenadiyeler ve dün şehre giren 1. Kafkas taburunun istihkamcıları yolun her iki tarafına dizildiler; evin yanına bir de şeref kıtası yerleştirildi. Evlerin çatıları ve Kolordu komutanının gideceği yol insanlarla doluydu; ama neredeyse hiç Müslüman görünmüyordu. Birlikler Kont Loris-Melikov’u “ura” diye haykırarak karşıladılar, hizmet için ifade ettiği selam ve şükranları canlı bir şekilde yanıtladılar. Ruhani temsilcilerinin, şehirde kalan tüm Türk yetkililerinin ve saygın kişilerin kabulü ertesi gün başladı.
Aynı dönemden itibaren Oltu ve özellikle Kars kapılarından askerler, malları ve levazım nakliyecileri ile sonsuz bir hat halinde şehre girdiler. Hasan Kale’de ve tifo pisliğine EYLÜL 2022 39 doymuş kırsal yeraltı mandalıklarda maruz oldukları uzun süren eziyetlerden sonra herkes mutlu bir şekilde düzenli, kuru ve ferah bir daireye sığınmak için acele etti. Çarşılarda birçok Rus askeri görünmeğe başladı; ilk başta askerler sadece silahlı ekipler olarak çarşı iznine bırakıldılar. Tüccarlar günden güne tüm mallarını daha istekli bir şekilde sergilediler ve özellikle, birliklerle gelen Rus pazarlamacıları ve tüccarların etkisiyle fiyatlar saat başı yükselmeye başlasa da ticaret kaynamaya başladı.
Bununla, Erzurum geçici komutanı rütbesinde, kalenin ve şehrin Türklerden teslim alınması ve Rus birliklerinin ve hakimiyetimizin yerleştirilmesi görevim son buldu. 16 Şubat’ta Tümgeneral Zezeman Erzurum komutanlığına atandı ve ben de Erzurum bölgesi askeri valisi görevini üstlendim.

Dr. Yılmaz KUŞKAY