“Roma bir günde kurulmadı” diye güzel bir söz vardır. Bu söz bizlere hayranlık duyduğumuz şeylerin bir anda olamayacağını, bir süreç gerektirdiğini hatırlatır. Süreç tek bir an değildir. Süreçte yaşananlar ile şekillenen bir dizgi vardır. Birbirini izleyen değişimler söz konusudur.
Selçuklu için de durum farklı değildir. Ne yazık ki bizler zaferlere odaklanırken başarı öncesinde yaşananları görmezden geliyoruz. O zaman da sanki zafer odaklı tarih anlayışı yanlış gibi anlaşılıyor. Yanlış olan yaşam gerçeğinden uzak hamasi bakışla yoğrulmuş romantik değerlendirmeler yapmamız.
Selçukluların tarih sahnesine bir anda yıldız gibi parladığını düşünüyoruz. Selçuklu tarihini 1040 Dandanakan Zaferi ile başlatıyor, öncesinde yaşananları bir paragraf ile es geçiyoruz. Oysa Selçukluları Selçuklu yapan 1040 öncesinde yaşadıklarıdır.
Selçuk Bey 10. yüzyılın sonlarına doğru Yengikent Yabgusu ile sorun yaşadığı için Cend şehrine göçmek zorunda kalmıştır. Selçuk Bey’in peşinden çok sayıda kişinin gittiğini düşünmek yanlış olur. Çünkü hiçbir zaman hiç kimse kurulu düzenini bozmak istemez. Ama elbette zaman içinde kendilerine katılanların sayısı artmıştır.
Cend şehrine göçer göçmez her şeyin istedikleri gibi gittiğini de düşünmek büyük bir yanılgıdır. Selçuk Bey en büyük oğlu Mikail Bey’i kaybeder. Mikail Bey, Tuğrul Bey ve Çağrı Bey’in babasıdır. Babalarını küçük yaşta kaybeden torunların sorumluluğunu dedeleri Selçuk Bey üstlenir. Selçuk Bey 1009 yılında vefat edince oğlu Arslan Yabgu idareyi devr alır. Onunla birlikte Selçuklular gittikçe güçlenmeye başlarlar. Daha iyi bir yurt arayışında Maveraünnehir tarafına geçerler. Gazneliler bu sırada Selçukluların güçlenmesinden memnun değildir. Sultan Mahmud, Selçukluların ne kadar güçlü olduklarını anlayabilmek adına Arslan Yabgu’yu sarayına davet eder.
Bu davette Sultan Mahmud, Arslan Yabgu'ya, askere ihtiyacı olsa yardım için kendisine kaç kişi gönderebileceğini sorar. Arslan Yabgu, “Bu yayı kendi boyuma gönderirsem 30.000 kişi derhal gelir.” diye cevap verir. Sultan Mahmud devamında daha fazlasına ihtiyacı olursa ne Doç. Dr. Başak Burcu EKE* * Adnan Menderes Üniversitesi, bburcueke@gmail.com EYLÜL 2022 9 kadar yollayabileceğini sorar. Arslan Yabgu, Sultan'a doğru eliyle bir ok atmış ve bu oku alıp götürürse 10.000 kişi daha geleceğini söyler. Arslan Yabgu ismi ile müsemma bir kişilik olarak cesur ve atılgandır. Gazneli Mahmud sormaya devam ettikçe Arslan Yabgu daha fazla asker sayısı söylemiştir. Balhan’a gönderilecek bir ok ile 100.000 atlı, bir oku Türkistan'a gönderdiğinde ise 200.000 atlı geleceğini söyler.
Arslan Yabgu ve onunla birlikte Selçuklular bu pervasızlığın bedelini çok ağır ödemiştir. Gazneli Mahmud Selçukluları küçümsememiş, gelebilecek bu asker sayısını ciddiye almış ve Arslan Yabgu’yu Kuzey Hindistan’da Kalincar Kalesi’ne hapsetmiştir.
Selçuklular Arslan Yabgu’nun hatasından ders çıkarmış ve güç olarak daha üstün oldukları zamanlarda ilm-i siyaset çizgisinden ayrılmamışlardır. Her söyledikleri doğru olmuş ama her yerde her doğruyu söylememişlerdir.
Arslan Yabgu gibi etkin ve karizmatik bir lideri kaybeden Selçuklular yeni bir sayfa açmak ümidi ile Maveraünnehir’den Harizm Bölgesine doğru gitmiştir. Büyük ümitlerle açılan bu sayfa ne yazık ki baştan aşağı kanla kaplanacaktır.
Harizmşah Altuntaş’ın oğlu Harun, Gazneliler ile yaşadığı sorunda Selçuklular ile müttefik olmuş ancak sonrasında tam olarak bilinemeyen bir sebeple Selçuklulara karşı tavır almıştır. Selçuklular ile hep sorunu olan Cend hakimi Şah Melik ile anlaşmış ve ondan Selçukluları ortadan kaldırmasını istemiştir. Şah Melik’e gönderilen mektupta şöyle yazılıdır : “Hiç beklemeden büyük bir ordu ile Selçuklularla savaşmaya git ve onların kökünü kazımaya ve başlarını ezmeye çalış. Nefes alan bir kişiyi bile sağ bırakma!”
1034 yılında Kurban Bayramı’nın dördüncü günü, Selçuklular nerdeyse tarih sahnesinden silinmenin eşiğine gelmiştir. Ölen kişi sayısının 10 GELİŞİM ERZURUM 8000 kadar olduğu söylenir. Yaşayanların, özellikle de kadınlar ve çocukların çoğu esir edilip götürülmüştür. Kılıç ve ok yaraları ile perişan Selçuklular tekrar Horasan’a doğru gitmeye karar verirler.
Gazneli tarihçi Beyhaki Selçukluların Horasan’a doğru giderlerken donmuş Ceyhun Nehri’nden geçtiklerini, kış zamanının çetin şartlarında eyersiz çıplak at sırtında Ribat-ı Nemek isimli yerleşime vardıklarını yazar.
Tuğrul Bey ve Çağrı Bey, çıplak at sırtındaki Selçukluların atları üstünde fırtına olmalarını sağlayacak büyük bir karar alırlar. Önlerinde tek bir seçenek vardır, o da en iyisi olmak. Ama önce yaralarını sarmaları gerekmektedir. Gazneli Sultan Mesud’dan hakimiyetindeki Horasan’da yaşamayı talep etmeleri gerekmektedir. Babası Sultan Mahmud ile kendi amcaları Arslan Yabgu arasında geçmişte yaşananlar bu talebi tehlikeli hale getirmektedir. Selçukluları Selçuklu yapan bir diğer özellikleri de cesur olmalarıdır.
Geçmişin hesaplaşmaları devam ederken Gazneli Sultan Mesud belki kendi gücüne fazla güvenmesinden, belki Selçukluların askeri gücüne ihtiyaç duymasından, belki de Selçuklu gibi bir potansiyelin diğer rakipleri ile birlikte olmasını engellemek niyetiyle Selçukluların Horasan’a geçiş isteğine olumlu yanıt verir.
Tuğrul Bey ve Çağrı Bey liderliğinde Selçuklular Horasan’ın hakimi olmayı kafalarına koymuşlardır. Horasan düğümünü çözerlerse, peşi sıra İran, Arap Yarımadası, Kafkaslar ve Anadolu şeklinde fetih silsilesi imkansız değildir.
Horasan verimli toprakları ve İpek Yolu ticaretinin önemli merkezlerinden biri olması dışında 3 milyon km2’den fazla bir alanı kaplayan geniş bir coğrafyadır. Bölgenin hakimi Gazneliler ekonomik olarak çok iyi durumdadır. Orduları ise çok güçlüdür. Selçuklular şartların aleyhine gibi durmasına aldırış etmemişler, büyük bir adanmışlık ile hedeflerine odaklanmışlardır. Selçuklular şartları ve kabiliyetlerini doğru değerlendirip muhteşem bir planı işlerliğe koyarlar.
Selçuklular “yağma” ile Horasan’ı ve Gaznelileri yıpratarak dağıtacaklardır. Gazneli Mesud’a sübaşından gelen bilgilendirme şu şekildedir: “Ey dünya sultanı ve zamanın hakanı, bilmiş olasın ki Selçuklular her biri keskin ve kan dökücü kılıç gibi bir boydur. Hasmın göğsüne mızrak ve düşmanın başına çıplak kılıçtır. Her birisi demirden yay, kimse eğemez ve yakıcı ateştir, kimse değemez. Ölümden korkuları yok ve hileleri çoktur. Halkın kalbine dehşetleri dolmuş ve gönüllerini heybetleri almıştır. Önceleri bunlar ülkemizin fakir ve zayıflarından idi.”
Selçuklular 1040 yılı geldiğinde artık Gaznelileri yenmek için hazırdır. Dandanakan Ovası’nda 300 adet fil sahibi, ki bunu günümüzün tankları ile eş tutabiliriz, anlı şanlı Gazneli Mesud’un ordusunu tarumar etmişlerdir. Savaşın en sıcak anında bozguna uğrayarak kaçar gibi yapmışlar ardından Turan ya da Hilal taktiği olarak anılan taktik ile sağ ve soldan düşmanı sararak yok etmişlerdir.
Dandanakan Zaferi ile ilgili asıl sorulması gereken soru genellikle sorulmaz. Gazneliler de savaşlarında defalarca Turan taktiğini kullanan bir Türk devletidir. Bu geri çekilişin hile olduğunu nasıl anlamazlar? Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Romen Diyojen de dahil olmak üzere, Selçukluları tanıyan her düşman bu taktiği kullanabileceğinin farkında iken nasıl oluyor da Selçuklular her defasında bu taktiğin işe yaramasını sağlıyorlar?
Özgüvenleri ile bunu başarmışlardır. Rakipleri ya da düşmanlarının kendilerini aşağılamasına aldırış etmemek, onların kibrine oynamak büyük özgüven gerektirir. Özgüven için iç disiplin ve iç denetim şarttır. Kibirli insanın gözünün kör olduğunu, narsistin kendinden başka bir şey görmediğini akıllarından hiç çıkarmamıştırlar. Aslında bu taktik ile düşmanı aldatıyor değillerdir. Düşman kibrinden dolayı kendi kendini aldatmakta ve kendi sonunu kendi hazırlamaktadır.
Selçuklular 8 milyon km2lik alana sahip devletin kurucusu ve yöneticisi olmalarını akıllarını doğru ve etkin kullanmalarına borçludur. Selçukluların bizlere rehberliğini hakkıyla idrak edebilmemiz ancak rasyonel bakış açısı ile mümkün olacaktır. Şansları yaver gittiği için, bir günde kurulmuş gibi davranma yanılgısından kurtularak ilk adımı atabiliriz.