GelişimErzurumYazı

EVREN KUTLAY SÖYLEŞİ

Müzik ile tanışmanızdan biraz bahsedebilir misiniz? Bu serüveniniz nasıl başladı ve nasıl bir süreçle bugünlere geldiniz?

Annem özellikle Klasik Türk Musikisini çok sever. Evimizde gün içinde sürekli radyo açıkmış. Dolayısıyla ben de bebek yaşlarda henüz doğru düzgün konuşamazken dahi annemin müzik zevki çerçevesinde peş peşe müzik eserleri icra edilen radyo akışında onun sevdiği eseri/icracıyı çıktığında tanıyıp ona haber verirmişim. Annem şaşkınlıkla anlatır. Sonrasında babamın yine erken çocukluk yaşlarımda bir doğum günümde bana aldığı orgda dinlediğim bir eseri anında kulaktan çalardım. İlk okula başladığımda ise gittiğim devlet okulunda ben mandolin kursuna kardeşim flüt kursuna yazıldı. Fakat ben onunkini de merak eder, kendi kendime öğrenirdim. Babam gençliğinde gitara merak salmış, keman dersleri almış fakat hocası onu yetenekli bulmadığı için müziği bırakmasını salık vermiş. Annem de armonika dersleri almış fakat dedem müzik alanına yönlenmesine müsaade etmemiş. Dolayısıyla ailemde benden başka konservatuar eğitimi almış biri ya da tanıdığımız, rol model olabilecek, yeteneğimi fark edip yönlendirebilecek biri yoktu. Sanırım gençliklerindeki teşebbüsleri değerlenmediğinden ve hayat onları başka kulvarlara yönlendirdiğinden müzik öncelikleri de değildi. Müzik yeteneğimin ve kulağımın keşfi ve formal bir eğitime yönlendirilmem ancak yeni evimize taşındıktan sonra, ben ilk okul 4. sınıftayken, konservatuarda hoca olan komşumuz ve benim ilk piyano öğretmenim, sonradan konservatuarda solfej öğretmenim olan Mine Mucur tarafından oldu. İlgim ve yeteneğim keşfedilince ailem müzik alanında yetişmemi çok destekledi; konservatuar yıllarımda hocalarıma koşulsuz teslim oldular. İlk iki yıldan sonra başka hocalara ve sınıflara geçtiysem de Mine Mucur da tüm müzik eğitimi sürecimde beni destekledi; ilgisini esirgemedi.
Konservatuar sürecim de şu şekilde ilerledi: Giriş sınavlarına başvurduğumda artık 9,5 yaşında olduğumdan piyano eğitimi için gecikmiştim; zira 5-8 yaş arasında olmak gerekiyordu. Çok iyi kulağım olduğu için keman eğitimine kabul edildim. İlk sene keman sınıfına giderken dışardan piyano derslerine devam ettim; tuhaf bir tutku duyuyordum piyanoya karşı, o kadar küçükken bile, bırakamadım. Kemanda birinci sınıfı tam puanla tamamladım; ertesi senemde piyano eğitiminde üç sınıfı atlayarak piyano bölümüne geçiş yaptım. Konservatuarda piyano öğretmenim Zeynep Yurdakul oldu. Süreç Cağaloğlu Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü eğitimimle birlikte devam etti. Ardından Amerika’da tam burslu kabul edildiğim University of West Georgia’da hem MBA hem de Piyano yüksek lisansı yaptım. Mesleki kariyer olarak müzik alanı hiç aklımda yoktu. Hem İşletme alanında hem de müzik alanında çok başarılıydım Amerika’da. Hocalarım üniversitede kalmam için çok ısrar ettiler; çok iyi okullara doktoraya kabul alırsın dediler. O zamanlar pek rastlanan bir akademik hikâye de değildi böyle birbiriyle ilişkisi olmadığı düşünülen matematik, işletme, müzik gibi alanların her birinde üstün akademik başarı göstermek, disiplinler arası bir alt yapıya sahip olmak… Fakat ben akademisyenliği tanımıyordum. Bir an evvel iş hayatına atılmak istiyordum. Tanıdığım ve rol model alabileceğim tek kariyer babamınkiydi. Boğaziçi mezunu Amerika’da MBA yapmış bir genç olarak uluslararası bir şirkette üst düzey yönetici olmayı hedefleyecektim. Fakat hayat her zaman planla yaşanmıyor. Ve ben çok küçük yaşlardan itibaren çok çalışmış ve çok disiplinli bir süreçten geçtiysem ve alışılagelenin üzerinde yorulduysam da, edindiğim aslında iki ayrı kişinin sahip olacağı bir donanımla iki farklı hayattan birini seçme özgürlüğüne sahip olabildim. Bunun için kendimi şanslı addediyorum.
Amerika’da çok başarılı ve mutluydum. Üç senede tek başıma sıfırdan bir hayat inşa etmiştim. Şirketlerle görüşmelere başlamıştım; beğeniliyor, kabuller de alıyordum. Türkiye’ye dönmem için babam ısrar etti. Amerika’ya geri dönme şartıyla kabul ettim fakat benim İstanbul’a geldiğim hafta rahatsızlığını öğrendi. Benim için de yine döner dönmez Boğaziçi Üniversitesi vesilesiyle Koç Üniversitesi’nde bir iş/kariyer imkânı ortaya çıkınca Türkiye’de kaldım. Koç Üniversitesi’nde göreve başladığımda kendimi yine Amerika’da hayatıma devam ediyormuş gibi hissettiğimden benim için yumuşak bir geçiş oldu. Kariyerimin yönü -üniversitede bir akademik ve idari pozisyon- sürprizdi. Babama gelip böyle bir işe başlayacağımı söylediğimde çok şaşırdı ve o zaman doktora yapmalısın deyince ben de akademik kariyer yolculuğuma başlamış oldum.
Çok uzun bir kariyer hikâyesinin başlangıcını elimden geldiğince kısa aktardım. Ama kimi okuyucuya göre detaylı ve uzun anlatmış olabilirim. Amerika’daki eğitimime ya da profesyonel kariyerimi inşa ettiğim sürece hiç girmiyorum. Bu bence kısa ama uzun görünen girişi paylaşmaktaki amacım hayat yolculuklarını planlamak isteyen genç insanlara satır aralarında da olsa mesajlar verebilmek ve ilham olabilmek…

Bugüne kadar yaptığınız çalışmalarınızda, Osmanlı’da Batı Müziği’nin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Osmanlı’nın modernleşme çabalarında müziğin rolünden bahseder misiniz?

Bu sorunuzu bir kitabımdan Osmanlı Batı Müziği olarak branşlaştırmadan Osmanlı Müziği tanımlamamla cevaplamak istiyorum: “Osmanlı Müziği, tarihimizin en zengin, en donanımlı ve kapsamlı, adeta Osmanlı’nın dünyaya hükmedişinin notalarla resmedildiği kültür miraslarımızdandır. Toprakları gibi büyük, güçlü ve engin, demografik yapısının çok kültürlülüğünü de içinde barındıran Osmanlının müziği, hiçbir ülkeninkine benzemez çünkü zenginliğiyle, ilminin derinliğiyle, çok yönlülüğüyle, mirasına sahip çıkarken kendi içinde kapalı kalmayıp adeta üretmeye ömrünü adamış, bilmediği her şeyi öğrenmeye merak ve heyecan duyarak sürekli araştıran bir ilim adamı hissiyatı ve aydınlığıyla, yücelse de diğerlerini küçümsemeden dünyada olup biten her şeyden haberdar olma azmini hiç kaybetmemiş, sorgulayan ve bu yaklaşımıyla tarih boyunca her daim güncel kalarak bugünkü ifadeyle adeta “global”liğiyle ve “bilge” liğiyle hepsini kucaklar, kapsar”.
Osmanlı Devleti doğudan batıya geniş topraklara hükmeden bir devletti ve müziği bu büyüklük ve enginlikle değerlendirmiştir. 19. yüzyıl modernleşme sürecinde Osmanlı müziği branşlarına Osmanlı Batı Müziği eklenmiştir. Osmanlı’da Batı Müziği değil Osmanlı Batı Müziği diyorum çünkü Batı tekniğiyle yazılmış kendine has kültürü olan, yerel olandan tamamen ayrışmamış bir türdür. Modernleşmenin bir unsuru olarak ele alsak da bence müzikte kurgulanan bu yeni müzik türü ekleme sürecini kültürel genişleme olarak tanımlamalıyız: Zaten topraklarında var olan bir kültürün hamiliğini üstlenme, sahip çıkma, kültür yoluyla sınırlarının dışına çıkma, genişleme ve hükmetme politikasıdır diyebiliriz. Bir diğer bakış açısıyla, Sanayi devriminin ardından ülkelerin birbiriyle teması, önceleri demiryolu ağının genişlemesi ve havayolları ile artan seyahat imkânları ile ve ardından teknolojik gelişmelerin vesilesiyle artınca kültürlerarası etkileşim yoğunlaşmıştır. Dünya küçüldü diyoruz ya; aslında o yıllarda başladı bu süreç. Bu gelişmeler yaşamın her alanında interaktif yaklaşımlara zemin hazırladı. Milliyetçilik, modernleşme, sanayileşme vb akımlarla çeşitli deneysel çalışmalar ortaya çıktı. Osmanlı kendi kültürel değerlerine sahip çıkarak dünyada olan bitenden haberdar olmak ve hangi alanda olursa olsun küresel rekabete kendine has söylemiyle dâhil olmak istedi. Global gelişmelere oluşturulan cevaplarda bu tavır gözetildi. Osmanlı müzik kültürünün yüzyıllar boyunca devinimi de bu felsefeye dayanır.

Müzik dendiğinde Osmanlı padişahlarından hangisini ya da hangilerini farklı bir yere koyuyorsunuz? Sebepleriyle açıklar mısınız?

Müzik dendiğinde aklıma müziğin her biri birbirinden değerli, liderliğe ihtiyaç duyan farklı açıları geliyor. Besteci olarak Sultan III. Selim, Sultan V. Murad ve Sultan Abdülaziz, müziğin hamisi olarak ve öncü çalışmaların temsilcisi Sultan III. Selim, Sultan II. Mahmud, Sultan Abdülhamid ve Şehzade (Halife) Abdülmecid Efendi, müziğin icra alanlarında yenilikçiliğiyle Sultan Abdülmecid, müziğin dış ilişkiler ve diplomasi de etkin kullanımında, eğitiminde, teknolojik gelişmelerin Osmanlı topraklarında uygulamasında (nota basımı ve çalgı üretimi gibi) Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid gibi. Hepsi başlı başına müziğin farklı alanlarında öne çıkan birer lider.

Genç Cumhuriyetin müziğe bakış açısından ve çabalarından bahseder misiniz?

Genç Cumhuriyet Osmanlı’nın müzik mirası üzerine kuruldu. Bazen okuyorum, Cumhuriyet’in erken yıllarına dair şu hanım çok iyi bir piyanistmiş, şu bey nasıl da müzik hususunda yetişmiş deniyor. Şaşırıyorum bu şekilde algılanmasına. O isimleri Osmanlı eğitim sistemi, müfredatı, kurumları, aileleri yetiştirdi. Onlar da Cumhuriyet’in ilk yıllarına intikal eden kurumlarda görevlerini sürdürdüler. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş bir kopukluk değil devamlılıktır. Genç Cumhuriyet’in çabaları Osmanlı’nın uzun yıllara yayarak alt yapısını inşa ettiği süreçleri hızlandırarak savaştan çıkmış bir toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırmaktır. Sonrasındaki sürdürülebilirliği tartışmaya açıktır.

Geldiğimiz noktada, ülkemizdeki müzik çalışmalarını yeterli ve anlamlı buluyor musunuz? Bu konuda olumlu yönlerimiz ya da eksikliklerimiz nelerdir?

Yeterli bulmuyorum. Her şeyin algısının bozulduğunu düşünüyorum. Eğitim yaygınlaşmış gibi görünse de kalitesinin idrak edilemediğini, büyük yara aldığını fark ediyorum. Meselelere kapitalizm çerçevesinde değer atfedilmesine üzülüyorum. Müzik eğitiminin ve çalışmalarının yaygınlaşmasını toplumun her kesiminin genel kültür ve fikir edinmesi imkânı yaratması açısından olumlu olarak değerlendirebiliriz; fakat diğer yandan yaygınlaşma için gereken alt yapıyı, donanımı, kriterlerini iyi inşa edemediğimizi gözlemliyorum. Genç nesilleri çok önemsiyorum; onları iyi yönlendirelim, süreçleri tanıtalım, anlatalım ve eğitime inançlarını güçlendirelim. Ailelerin özellikle küçük yaşlarda çocuklarını yönlendirirken bilinçli tercihler yapması çok önemli.

Hem akademisyen hem de bir sanatçısınız. Bilgisayarın başında müzik ile ilgili bir makale yazmakla, piyano başında bir eseri icra etmek arasındaki benzerlik ya da farklılıkları bizlere anlatır mısınız?

Sadece icracılığın ya da sadece araştırmacı-yazarlığın beni tatmin etmeyeceğini küçük yaşlarımdan itibaren kurguladığım hayatımda yaşayarak deneyimledim. Hala da tam kapasitemi ortaya koyabileceğim tüm donanımımı kullanabildiğim fırsatlara sahip olduğumu düşünmüyorum. Akademisyenlik bir kariyer olarak karşıma çıktığında doktora çalışması yapmak üzere Müzikolojiyi seçtim. Zira piyanoyu seçseydim piyanist olacaktım. İşletmeyi seçseydim müzik alanında kısmi var olabilecektim. Doktora alanım benim esnek hareket edebilmemi sağlar diye düşündüm. Siz yazarlıkla piyanistlik arasındaki benzerlik ve farklılıkları sormuşsunuz. Aslında ben birikimim ve farklı akademik kültürlerle dolu profesyonel var oluşumun bir çıkarımı olarak şunu söyleyebilirim ki hepsi bir bütün ve birbirine benziyor. Hepsinin ulaşmak istediği ruhsal doygunluğun yolculuğu benziyor sadece yolları, dilleri, kültürleri, malzemeleri farklı ve bu akademik kültürlerin hepsi kendini en iyi, en doğru, en önemli ve biricik görüyor. Oysa her birinin bu farklı dediğim yanlarını tanıyorsanız aynı olduğunu idrak edebiliyorsunuz. İçlerindeki mikro-uzmanlığa ayrılış biçimleri bile bence birbirine benziyor.
Bilgisayarın başında makale yazarken matematik yapıyorum. Bir problem seçmişimdir; o problemin çözüm aşamalarını kurguluyor ve oradan sağlam argümanlarla beni tatmin eden bir sonuca gittiysem zafer duygusu hissediyorum. Piyano başındaki tavrım ve hissiyatım hem benzer hem ayrı. Bir eseri çıkarmak problemimse onu çözümlüyor, analiz ediyor, çalışma biçimlerini kurguluyor ve duruma/ortama/şartlara uygun bulduğum hedefim çerçevesinde icra edebildiğimde tamamlanmış hissediyorum. Yani sadece müzik yapıyor ama matematik problemleri çözmüyorum, finans/ekonomi/yönetim konularında stratejiler geliştirmiyorum sanırsanız yanılırsınız. En başta hayatımızın yöneticisiyiz ve kendimizi sürekli güncellemeli, donanımımızı geliştirmeli, günü yakalamalıyız. Müzik dışında kalan uzmanlık alanlarım mevcut kariyerimdeki duruşumda sadece adı anılmadan arka planda işliyor. Kendimi müzikle ifade etmeyi seçmiş olabilirim. Hem icra ederek hem yazarak hem de öğreterek bu alanda çoklu var olabilmek güzel ve belki çok da alışılagelmiş değil. Fakat benim ruhsal doygunluğum için bu kadarı dahi yeterli değil; sadece bu ifade biçimlerinden ibaret değilim. Daha ne yapabilirim, nasıl toplumsal fayda sağlayabilirim arayışım hiç bitmiyor. Donanımlarımın hepsi birbirini besliyor, hepsi bütüncül hedeflerime hizmet ediyor.

Piyano demişken, sizce doğuştan yetenek diye bir şey var mı yoksa disiplinli çalışmakla herkes yapabilir mi?

Doğuştan müzik kulağı ve yeteneği var. Müzik yetenekli olmak konusunda diğer alanlar gibi, istisnai değil. Fiziğe, matematiğe, edebiyata yetenekli olmak gibi. Hepimiz farklı yeteneklerle doğuyoruz ve yetenek geliştirilebilir bir şey. Fakat şunu da eklemeliyim ki çalışan, disiplinli ve azimli olan sadece yeteneğe dayananı geçer. Yani yetenekli olan da yeteneği olan alanda çok çalışmak zorunda.
Müzik yeteneğine geri dönersek, 30 senelik eğitimcilik tecrübeme dayanarak matematik zekâsı yüksek çocukların çok iyi kulakları olmasa da iyi icracı veya teorisyen olduklarını deneyimlediğimi söylemeliyim. Bence sadece müzik alanında değil yine tüm alanlarda kişilerin başarılı olmalarında fark yaratan kilit nokta matematik zekâsı. Matematik zekâsı kendi içinde bir disiplin ve bakış açısı taşıyor zaten. Dolayısıyla müzik yeteneğini gelenekselleşmiş duysal alan kabiliyetine hapsetmek müziğin gelişimine, matematik veya diğer önem atfedilen alanlar gibi yaygınlaşmasına bence ket vuran bir sistem. Orta Çağda eğitimin temelini oluşturan Yedi Özgür Sanat (liberal arts) anlayışını, Quadrivium ve Trivium’u hatırlayın. Müzik kişinin sayısal zekasını yeterli duysal yeteneğiyle ifade edebileceği alanlardan biri olabilir. Sayısal ya da sözel alanlar müzik gibi “müstesna”, “özel yetenek” alanına hapsedilmediğinden ve örneğin sayısalın ifade alanını kavramaya yetenekli olsun olmasın, çalışmaya ve belli bir seviyeyi başarmaya odaklandığından, belki de mecbur bırakıldığından, herkesin yapabileceği, yapması gerektiği algısıyla toplumsal değer buluyor. Bu bence müziğe haksızlık. Müziğin konumlandırılmasının tekrar çalışılması gerekiyor. Her toplumun bu konumlandırma bağlamında algısı ve yaklaşımı bir değil zaten.
Özetle kiminin sayıyla değil notayla ifade etmeye eğilimi ve duysal becerisi diğerlerinden yüksek olabilir. Yeteneğin konumu ve önemi bence müzikte sadece diğer alanlardaki kadar. Herkesin Einstein olmasını beklemediğimiz gibi Mozart ya da Itri olmasını da beklemiyoruz. Ama Einstein’ın çalıştığı bilimler okul öncesinden itibaren yüksek önemle hem aileler hem de eğitim müfredatında birbirinden bağımsız aşılanırken müzikle ancak özel ilgi gösterip şanslı olanın keşfedilip eğitim alabilmesi ile ilerlenebiliyor. Nice çocuk kendini başarısız sanarak büyüyor ve mutsuz bir ömür sürüyor.
Dijitalleşme müziği nasıl etkiliyor. Yaratıcılığı insanın elinden alıyor mu?
Dijitalleşme ve teknolojik imkanlar hayatı hızlandırıyor ve kolaylaştırıyor. Hızlanma açısından eser üreten zihninde yarattım sürecini tasarladıklarını daha kısa bir sürede somuta dökebiliyor. Hızlanma ve kolaylığın elbette olumlu ve olumsuz yanları var. Standart seviyede yaratıcılığı insanın elinden alıyor gibi düşünsek de bence dijitalleşme ve teknolojik imkanlar yüksek kalitede bir eser üretiminde angarya denebilecek işlerin yükünü üstlenerek, hızlandırarak ve kolaylaştırarak yaratıcılığın sınırlarını zorlama potansiyeline sahip. İdeali başlangıçta hiç dijitalleşme yokmuş gibi öğrenmek/öğretmek sonrasında dijitali kullanmayı keşfederek sınırları genişletmek. İnsan bence kendi bildiği ve yapabildiklerini yapan, hızlandıran, kolaylaştıran, bulunduğu mekânı ve zamanı genişleten teknolojiyi yönetirse en etkili ve verimli sonucu elde eder. Tamamen dijital ve teknolojik alana dayalı bir beceri bence bağımlıdır. Dijital olanın dayandığı temel öğrenilmelidir. El yazısıyla yazmayı bilmeden sadece klavye kullanma becerisine haiz olmak klavyenin olmadığı anlarda sizi kendinizi ifade etme hususunda kısıtlar. Diğer yandan sayısız kitabı uzun bir seyahatte ayrı bir bavulla yanınızda taşıyacağınıza dijital ortama aktarıp mobil olabilmenin yüksüz ama donanımlı konforunda çalışabilirsiniz. Besteci, icracı, müzik yapımcısı ve tüketicisi için de aynısı geçerli. Böyle düşünelim.

Müzik çalışmalarınız ile ilgili hedeflerinizden söz eder misiniz?

Müzik çalışmalarımda disiplinler arası yaklaşımları kullanıyorum ve kendimi bu şekilde ifade etmeyi seviyorum. Eğitimci yanımı, farklı disiplinlerdeki donanımımın müzik alanındaki yansımalarını paylaşmayı, çoklu perspektif sunabilmeyi ve bu şekilde mümkün olabildiğince geniş kitlelere fayda sağlamayı hedeflemeye devam etmeyi düşünüyorum. Yöneticilik alanındaki donanımımı ve becerilerimi uygulamaya koyabilmek gelecek hedeflerim arasında.

Müzik ile ilgili olarak gençlerimize neleri tavsiye edersiniz?

Müziğin bilinçli ya da bilinçsiz hepimiz içindeyiz. Ortak noktada hepimiz tüketicisiyiz. Neyi tükettiğimizi bilmemiz ve seçimlerimizi farkındalıkla yapabilmemiz için kendimizi maruz bıraktığımız tüm alanlarda donanımımızı güçlendirmemizi tavsiye ederim. Müzik bu alanların biri ve en yoğunu. Sadece sevdiğiniz müziği dinlemiyorsunuz, reklamda, filmde, yolda, okulda, her yerde müzikle muhatapsınız. Ama hangi müzik? O müzik size ne yapıyor? Kendimizi geliştirme ve güçlendirme fırsatları bugünün küresel dünyasında her an, en basit tabirle bir tıkla bile karşımıza çıkıyor, idrak edelim. Müziği hayatınızda bilinçli konumlandırdığınızda dünyaya mahsus sınırlarınızın genişlediğiniz göreceksiniz.

Büşra ARSLAN