Kadim Şehrin Neresindeyiz?
Kadim bir şehrin toprakları üzerinde yaşayan, cadde ve sokaklarında yürüyen insanlar olarak, acaba neler görüyor, neler hissediyoruz? Çok değil 100 yıl öncesinin Erzurum’undan haberdar mıyız? O eski şehri hissedebiliyor muyuz? Bence hayır… O eski şehri hissedebilmek için, öncelikle bilmek gerekir. Bilmek için de ciddi bir şekilde araştırmak ve okumak zorundayız.
Hangi Şehri Kaybettik? Biz kısa yoldan gidelim ve sizi, 100 yıl öncesinin kıymetli bir şahidiyle tanıştıralım. Ardından daha derinlere dalıp, binlerce arşiv belgesinden süzdüğümüz bilgileri sizlerle paylaşalım. Bahsettiğimiz şahit, kıymetli hemşehrimiz Münir Alpagut’tur. 1892 yılında Erzurum’da doğmuş, İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesi’ni yüksek dereceyle bitirmiştir. Avukat olan hemşehrimiz, Cumhuriyet döneminde belediye meclis üyeliği ve başkan vekilliği yapmıştır.
Yaşadığı şehri gerçekten yaşayan Alpagut, belediye meclisinde yaptığı bir konuşmada, I. Dünya Savaşı öncesindeki Erzurum’u şöyle anlatır:
“Birinci Cihan Harbi’nden evvel Erzurum’un 85 bin nüfusu vardı. Şehirde birçoğu yontma taştan yapılmış büyük konaklar olmak üzere 15 bin ev, 3.500 muntazam mağaza ve dükkanımız vardı. 20’ye yakın tüccar hanı ağzına kadar eşya-yı tüccariye ile dolu idi. O günkü umumi servet bugüne nazaran en aşağı 15 misli idi. Vatandaşlarımız arasında servetleri yarım milyon altınla ölçülen kimseler vardı. Şehrin 70’e yakın cami ve mescidinin bahçeleri birer yeşillik saha idi. Bunların etrafındaki çeşmeler ve helaların şehrin umumi temizliğine büyük bir yardımı vardı. Şehirde 365 çeşme ve 28 kütüphane olup, her taraftaki eski eserler her Türk’ün göğsünü kabartacak kadar çoktu.”
Bir düşünelim, 70’e yakın cami 4 ve mescit ile 365 çeşme. En önemlisi de 28 kütüphane… Biz bu kütüphane meselesini başka bir yazımıza bırakalım ve cami ve mescitler meselesine girelim.
Neyi Doğru Biliyoruz? Öncelikle şunu belirtelim ki, cami ve mescitler konusundaki bilgilerimizin önemli bir kısmı, maalesef yanlış veya eksiktir. Hatta diyebilirim ki, bazı cami ve mescit isimleri dahi yanlış bilinmekte ve yazılmaktadır: Kâbe Şeyh Camii gibi… Mesela Osmanlılar döneminde Erzurum’da kaç camii vardı? Şeyhler Camii ve Cennetzâde Camii ne zaman inşa edilmişti? Bu ve benzeri konularda şimdiye kadar bildiklerimizi unutsak daha iyi olur… Biz belgelere, yani gerçeğe yüzümüzü çevirelim ve bizatihi onlarla muhatap olarak doğruları yazmaya çalışalım.
Belgeler Bize Ne Söylüyor? Öncelikle Erzurum şehri, 1518’de Osmanlı hakimiyetine girmeden önce, pek çok kez yakılıp yıkılmıştı. Çünkü burası, düşmanın eline bırakılamayacak kadar değerliydi. O yüzden pek çok savaşa, işgale ve tahribata sahne oldu. Bu savaş, işgal ve tahribatlar, şehirdeki yapıları da yerle bir etti. Bunlar arasında cami ve mescitler de vardı. Örneğin İlhanlılardan Emir Çoban’ın torunu
Emiş Şeyh Hasan, 1339’da şehirdeki pek çok mescit ve minberi yakmıştı. Osmanlılar, ele geçirdikleri bu kadim şehirde, yeni cami ve mescitler yaptılar. Bunların önemli bir kısmını, eski cami ve mescitlerin yerine inşa ettiler. Örneğin: Üç Kümbetler yakınındaki Gürcü Mehmet Paşa Camii, Sultan Melik (Saltıkiye) Mescidi üzerine yaptırılmıştı. Esatpaşa Camii, Karacabey Mescidi üzerine yaptırılmıştı. Hacı Cuma Camii’nin yeri eski bir mescit idi. Sığırcık Camii, Mehdi Abbas Mescidi ve Medresesi’nin yerine yaptırılmıştı. Habib Efendi Mahallesi’ndeki Tezkireci Ömer Efendi Camii, Gazi Gıyaseddin Dede Mescidi yerine yaptırılmıştı. Muratpaşa Camii, Ahmediye Mescidi’nin yanına yaptırılmış ve bu mescidin minaresi camiye katılmıştı. Emirşeyh Mescidi’nin harabesi üzerine daha sonra ahşap örtülü mescit yaptırılmıştı. Darağacı Mescidi’nin yerine daha sonra yeni bir mescit yaptırılmıştı. Osmanlılar, yaklaşık 300 yıl boyunca, şehirde pek çok yeni cami yaptılar. Bizim tespitimize göre Osmanlılar döneminde, önceki dönemlerden kalanlarla birlikte, şehirdeki cami ve mescit sayısı 100 civarındaydı. Bunların çoğu Osmanlılar döneminde yapılmıştı. Çünkü daha önce de belirttiğimiz üzere, Osmanlı öncesi cami ve mescitlerinin çoğu yıkılmıştı. Üzülerek ifade edelim ki, Osmanlı döneminde varlığını tespit ettiğimiz cami ve mescitlerin yarısı günümüze ulaşamadı. Biz bu kısa yazımızda, bunlardan sadece beş tanesini sizlere tanıtacağız:
Kaybolan Cami ve Mescitler Bakkallar Mescidi (Laklak Mescidi) Bakkallar Mescidi, Lalapaşa Camii ile Caferiye Camii arasındaki bölgedeydi. Hatta bu mescit etrafındaki mahalleye “Bakkallar Mescidi Mahallesi” denilmekteydi. Bu bilgileri 1563 tarihli Lalapaşa Camii’ne ait Arapça vakfiyeden öğrenmekteyiz. Vakfiyeye göre Bakkallar Mescidi’ne Türkçede “Laklak Mescidi” denilmekteydi. Bu mescit, Mutaflar Çarşısı
Yakınındaydı. Bu durumda Bakkallar Çarşısı, Bakkallar Mescidi Mahallesi ve Mutaflar Çarşısı birbiriyle iç içe girmiş vaziyetteydi. Bütün bu bilgilerden şu sonucu çıkarmak mümkündür: Erzurum’da, Osmanlı döneminin ilk yıllarında, Lalapaşa Camii’nden daha eski tarihli “Bakkallar Mescidi” vardı. Bu mescide halk tarafından “Laklak Mescidi” denilmekteydi. Bu mescit etrafından oluşan mahalleye de “Bakkallar Mescidi Mahallesi” ismi verilmişti.
Kürkçüler Mescidi Erzurum’daki en eski mescitlerden biriydi. Nitekim 1563 tarihli Lalapaşa Camii Vakfiyesi’nde Kürkçü Mescidi’nden bahsedilmektedir. Bu tarihten sonraki döneme ait bir belgeye göre Bıçakçılar Çarşısı içinde Kürkçübaşı Cafer Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bazı belgelerde bu mescitten Kürkçübaşı Mescidi olarak bahsedilmektedir. Bu mescit Lalapaşa Camii önündeki İçmeydan’da yer almaktaydı ve Bakırcı Camii’ne yakındı.
Kundakçı Abdurrahman Ağa Camii XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Lalapaşa Camii’nin kuzeyindeki İçmeydan’da yer alan Sipahi Çarşısı’nın alt kısmında, Bıçakçılar Çarşısı’nın içinde, Yeni Çarşı ismiyle yeni bir çarşı ortaya çıkmıştı. İşte bu çarşıda Kundakçı Abdurrahman Ağa tarafından bir cami yaptırıldı ve ismine “Yeni Camii” denildi. 1827’de inşa edilen bu cami daha sonra Kundakçı Camii olarak anılacaktır. Caminin minaresinde 42 kandil bulunuyordu. Caminin yanında iki hücreli bir medrese ve bir de türbe vardı. 19 Haziran 1830’da tanzim edilen vakfiyesine göre cami, medrese ve türbe için şehrin en işlek çarşılarında 25 dükkân vakfedilmişti. Ayrıca Abdurrahman Ağa’nın hanımı Hidayet Hanım tarafından Nazik Çarşı’daki Kundakçı Hanı da bu eserlere vakfedilmişti. Yine Hidayet Hanım ve ailenin “ak saçlısı” Fatma Hatun tarafından şehrin değişik yerlerinde 6 dükkân ve 5 dam vakfedilmişti. Cami ve yanındaki eserler I. Dünya Savaşı sırasında ortadan kalkmıştır.
Boncuklu Hacı Murat Camii XVII. yüzyılın ortalarına ait bazı belgelerde, Boncukçu Hacı Murat Camii isimli bir eserden bahsedilmektedir. Bu cami Gürcükapı’daki Aliağa Camii’ne yakın bir yerdeydi.
Sekkâkioğlu (Bıçakçıoğlu) Mescidi Bu mescidin adı, 29 Mart 1749 tarihli İbrahim Paşa Vakfiyesi’nde geçmektedir. Paşa’nın vakfiyesinde, Sekkâkioğlu Mescidi evkafından İçmeydan’da birbirine bitişik üç bakkal dükkânını satın alarak kendi vakfına dâhil ettiği belirtilir. Bunlar belirtilen mescidin hemen yanındaydı. İbrahim Paşa’nın vakfiyesinde belirtilen Bıçakçıoğlu Mescidi’nin, Bıçakçılar Çarşısı’ndaki Kürkçüler Mescidi ile aynı mescit olması muhtemeldir.
Cami ve Mescitlere Ne Oldu? Bunun cevabı, yazımızın başında zikrettiğimiz Münir Alpagut’un konuşmasının devamında kısmen mevcuttur: Alpagut şöyle demektedir: “Birinci Cihan Harbi memleketimiz üzerinden bir kâbus ve fırtına gibi geçti. Evlatlarımızın bir kısmı vatani hizmetleri için hudutlara koştular. İstila yüzünden geri kalan ihtiyarlar da servetlerini bırakarak muhacir oldular. Burada kalanların hepsi Ermeni satırından geçti. Şehrin üçte ikisi düşmanlarımız tarafından yakıldı, yıkıldı. Muhacirlikten dönüldükten sonra şehrin nüfusu 8 bine inmişti. Erzurum baştan başa bir taş yığınından, harabeden ve yangın yerinden başka bir şey değildi.” Bu sorunun ayrıntılı cevabını, yakında çıkacak olan “Erzurum Camileri, Medreseleri ve Kütüphaneleri” isimli kitabımızdan okuyabilirsiniz. Sözlerimi, tarihte ilk defa olarak bütün camilerin ibadete kapandığı hüzünlü bir dönemin bir daha yaşanmaması temennisiyle bitiriyorum. Saygılarımla…