DOĞU SİNEMASI ÜZERİNE
Ahmet SARI
Ünlü Fransız sinemacı Claude Lelouch’un “Kadınlar, Erkekler Kullanma Kılavuzu” adlı filminde başkahraman olan zengin iş adamı, bir gün hafif bir hastalık geçirince doktora gitmeyi dener. Gittiği doktor bir vakit aşık olduğu ve terk ettiği bayan doktordur. Bayan doktor ondan hıncını almak için ona bir oyun oynar ve gerçekten hasta olan biriyle röntgenlerini değiştirir. Gerçekten hasta olan o hasta kişiye sağlıklı olduğunu, bu zengin ama kendisini terk etmiş olan eski aşığına ise hasta olduğunu söyler. Bu yalanın etkisi filmin ilerleyen bölümlerinde iyiden iyiye görülür. Sapasağlam olan adam eriyip tükenmeye başlar. Dünyanın her yanında şifa arar durur. Bu esnada doktorun röntgenlerini karıştırdığı diğer kişiyle de dostluk ilişkilerini sürdürür. Onunla özel helikopteriyle şifa arayışı için dünyayı gezerler. İşte bu günlerin birinde, aralarında Fransız sineması ve Amerikan sineması arasındaki farkı güzel bir şekilde özetleyen bir konuşma geçer. Fransız Sinemasının az parayla iyi konulu filmler çektiğini, Amerikan Sinemasının çok parayla iyi konulu filmler çekemediğini, en iyi konulu filmleri çekebilmek için çok para ve iyi bir konunun neden bulunup bulunamadığı üzerine konuşurlar.
Mohsen Mahmalbaf’ın “Sükût” adlı filmini izleyenler filmin başında gözü görmeyen, annesi ile fakir bir yaşantı sürdüren, evin kirasını çalıştığı yerde saz ve yöresel İran çalgılarını akort etmekle ödeyen bir çocuk görürler. Bu çocuğun her şeyi kulakları olduğu için, güzel seslere bir düşkünlüğü vardır. İşe giderken bu güzel seslerin ayartısına kapılmamak için kulaklarına pamuk tıkar. Evinde ise akort etmeyi unutmamak ve bir nevi işitsel antrenman yapmak için bir kavanozun içine bir arıyı kapatmıştır. Her sabah kavanozu açar, arıyı dışarı uçurur ve arının sağlıklı bir şekilde geri gelip kavanozun içine girmesi için Allah’a dua eder. Bir insanın, bu hoyrat dünyada sadece ve sadece küçücük bir arı için yaptığı dua göz önüne alınacak olursa metafiziki bağlamda Doğu’nun Batı’dan farkı da ortaya çıkmış olur. İran sineması ekseninde Doğu felsefesi, sineması, edebiyatı işte “arı için yapılan dua” örneğinde görüldüğü gibi bir varlık derinliğini sanata yansıtması açısından kendine özgü bir ifade gücüne sahiptir.
Batı’nın Homos Macinicus, Homo sapiens, Homo Ludens, Homo Faber tipolojileri ve zamanla geliştirdiği daha nice insan modellerinin “Dua Eden İnsan”ı oluşturup oluşturmadığı tartışmalıdır, ama Doğu Sineması “Güneş Sineması” olarak da değerlendirilecek Japon sinemasında aynı derinliğini sürdürür. Perspektifini, sinematoğrafisini, bakış açısını Haiku şiirlerinin derinliğinde de olduğu gibi çok ayrıntılı noktalara çekip, çok ayrıntılı bir duyuş ve hissediş tarzı ile anlatmak istediğini sanata yansıtmaya çalışır. Sinemada bir kavram olarak bir “Haiku perspektifi”nden, bir “Haiku bakış açısından” söz edilebilir mi bilmiyorum ama Doğu sineması, son dönemlerde Kim Ki Duk’un da derin bakış açısı ile Güney Kore Sinemasında, Çin Sinemasında çok güzel filmler çekti. Bütünde, genelde yiten ayrıntı ve tekil perspektifleri bizlere gösterme şansına sahip oldu.
Fransız sinemasının ön plana çıkardığı ve bir türlü de dokunmadan ya da değinmeden edemediği erotik, pornografik konular, Holywood’un daha ziyade ön plana çıkardığı aksiyon filmleri (burada son dönemlerde bağımsız yapımlar iyice arttı) yerini Çin Sinemasında, Japon Sinemasında, Güney Kore Sinemasında, İran gibi Doğu ya da Orta Doğu sinemasında ayrıntılı duygu ve düşünce ifadesine, ayrıntılı çoşku dışa vurumuna bırakmıştır. Elbette arada bu farklı kültürlerin kaynaşmasının beraberinde getirdiği ilginç türleri de görme olanağı vardır. Örneğin Holywood’un ve Fransız filmlerinin kaynaşması sonucu Luc Besson’un aksiyon filmleri, Holywood’la Doğu Sinemasının kaynaşması sonucu belki de Jet Li’nin ya da Jackie Chan’ın aksiyon filmleri bir tür olarak kendi sevenlerini beklemektedirler. Hepsi farklı bir tada sahip olan, kendi izler çevresini de bulan bu tür filmler kendi kültürel dokularını da temsil etmektedirler. Doğuyla Batı sinemasının geniş ayrımını ve birbirinden farklılığını, doku farklılığını, maddi açıdan farklılığını, gelişmişlik ve az gelişmişlik yönünden değerlendirmeye çalışanlar aktörlerin, iyi bir göze ve sinema diline sahip olan ve damarlarında sinemayı hisseden insanların hiçbir zorluğu tanımadıkları da göz önüne almalıdırlar. Öyle olsaydı Bernardo Bertulucci’nin “The Sheltering Sky” adlı filminde bize gösterilen Doğu imajının, pislikler içinde olan, insanların kırıldığı ve öldüğü hastalıkların kol gezdiği Doğu imajından bir Abbas Kiarıstami, bir Mahmalbaf ailesi, bir Cafer Penahi, bir Bahman Gobadi, bir Kim Ki duk, bir Nuri Bilge Ceylan, bir Zeki Demirkubuz, bir Yeşim Ustaoğlu, bir Metin Erksan çıkmazdı.
Doğu Sineması, İran Sineması örneğinde de görüleceği gibi kısıtlı konulardan, elbette refah olmayan ama viran olan kendi topraklarından ve aurasından, kendi duyuş ve hissediş gücünden, kendi kültüründen yine kendi sinemasını oluşturmuştur. Bu şiirsel söyleyiş, bu çağıltılı dil anlayışı Doğunun özünde var olan sabır ve sebattan, kökenine kadar inen medeniyet inşa etme gücünden ve en önemlisi de hüznünden kaynaklanmaktadır. Batılı biri elbette dua eder, dua etmez desek yalan olur ama bir arı için yapılan duayı anlar mı anlamaz mı onu bilemem. Teknolojinin insanları savurduğu ve yabancılaştırdığı bir zamanda, insanların insanlara kıymet atfetmedikleri bir çağda arının akşam yolunu bulup da kavanozuna geri dönmesi için yapılan dua Doğu Sinemasının özeti gibidir.