GelişimErzurumYazı

TÜRK MİLLETİNE ADANMIŞ BİR ÖMÜR: ZİYA GÖKALPTÜRK

Türkiye’de sosyoloji biliminin temellerini atan, Türk Milliyetçiliği fikrini bilimsel esaslarla zenginleştiren, Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 perşembe günü Diyarbakır’da doğdu. İlk öğrenimini “Mercimek Örtmesi” adındaki ilkokulda, orta öğrenimini Askeri Rüştiye’de 1890’da tamamladı. Diyarbakır İl İdare Meclisi Üyesi ve Diyarıbekir Gazetesi’nin başyazarı olan babası Tevfik Efendi, oğlunu daha iyi eğitim için İstanbul’a göndermeyi hedeflemişti ancak ömrü vefa etmedi 1890’da hayata veda etti. Ziya Gökalp Askeri Rüştiye’den sonra, Diyarbakır’da o dönem bir üst okul olmadığından 1892’de Mülkiye İdadi’si açılana kadar, beş kuşak öncesinden eğitime önem veren aile geleneğini iki yıl özel dersler alarak devam ettirdi. Babası Tevfik Efendi’nin; memlekete faydalı bilginler olabilmek için Doğu ve Batı bilgilerini, dillerini öğrenip, bunları mukayese ederek milletin ihtiyacı olan hakikatleri ortaya çıkarmak, milli kültürü öğrenmek gerektiğini öğütleyen vasiyetini hayatı boyunca unutmadı.

İstibdat döneminin etkilerini, milletinin çektiği acıları ruhunda fırtınalar koparcasına yaşıyordu. Çevresinde gördüğü haksızlara karşı duruşu, okulda son ders bitince herkesin “Padişahım çok yaşa” derken, cezalandırılacağına aldırmadan “milletim çok yaşa” diye bağırması bir an önce milletin harekete geçmesini isteyen ve bunun için de bir ümit felsefi arayışındaki ruh halinin etkileriydi. Çevresindeki durgunluk, boyun eğmişlik Gökalp’ın ruhunda bir takım bunalımlar doğurmuş ve intihara sürüklemişti. 1894 yazındaki intihar girişiminde mutlak bir ölümden kurtulmuştu.

Babasının öğütleri doğrultusunda; amcasından öğrendiği Arapça ile gençliğinde Muhittin Arabi, İmam Gazalî gibi doğu düşünürlerinin eserlerini okuyan Ziya Gökalp intihardan sonra batı düşünürlerinin eserlerine ağırlık verdi. 1895’de İstanbul’a geldi ve parasız yatılı öğrenci kabul eden Baytar Mektebi Âli’sine girdi. Hürriyet aşkı Gökalp için vazgeçilmez ülkü idi. İstanbul’da “istibdat” yönetimine karşı kurulmuş gizli örgütlerle ilişkisini devam ettirdi. 1899’da tutuklandı, 10 ay hapis yattı sonra Diyarbakır’a geldi ve 29 aralık 1900’de amcasının kızı Vecihe Hanım ile evlendi. Bu evlilikten bir oğlu (Sedat), üç kızı (Seniha, Hürriyet, Türkân) oldu.

Amcası kızına geçinecek kadar servet bırakmıştı. Zaten mütevazi yaşayan Gökalp, maddi sıkıntıları geride bırakarak aylarca okudu, düşündü, yazdı. Yazıları yurtdışında çıkan dergilerde de yayınlandı. Fransızca, Arapça bilen ve bu arada Farsça’yı ilerletmiş olan Gökalp, Askeri Rüştiye’de açılan farsça öğretmenliği imtihanını kazanıp öğretmenlik yapmaya başladı.. Daha sonra, Diyarbakır Valiliği’nde “katip” olarak görev yaptı, Vali değişince görevden alındı.

O günlerde Diyarbakır’da halka zulmeden, canları istediği zaman köyleri basıp evleri yağmalayan azılı bir “Kürt aşireti” vardı. Başka Kürt aşiretlerinin de düşmanı olan bu aşiretin reisi zulümkâr İbrahim Paşa, sürekli saraya hediyeler gönderir ve saraydan dostlar edinerek Diyarbakır’daki Hükümet Güçleri’nden bir engelle karşılaşmazdı. Bu zulme karşı isyanın ilk kıvılcımı Ziya Gökalp’tan geldi. Halkı ayaklandıracak yazılar yayınladı ve halkla birlikte telgrafhaneyi işgal etti. Yaşanan zulümlerden hükümete bilgiler verildi. İstanbul’dan heyet geldi, İttihat ve Terakki komutanı Emin Paşa halkın ve Ziya Gökalp’ın dayısı Arif Bey’in de desteği ile kaçan İbrahim Paşa yakalandı öldürüldü, oğulları hapishaneye konuldu.

1908’de Diyarbakır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin şubesini kurdu, gazete çıkardı, başka gazeteler de makalelerini yayımladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 1909’un son ayında Selanik’e gitti. Selanik’te bulunduğu süre içerisinde okudu, araştırdı, yazdı, konferanslar verdi. Bu dönemde ünlü sosyolog Durkheim’in eserlerini okudu. Bu eserlerin etkisi ile toplumsal problemleri çözümleme ve çareler bulmaya yönelik düşüncelerini bilimsel sosyolojik temellere oturttu ve Türk Sosyoloji okulunu kurdu. Gökalp’ın yazılarının sürekli okuyucularından biri Mustafa Kemal’di.

Ziya Gökalp 1912’de Ergani Sancağı Milletvekili seçildi. Eğitim alanında Meclis’e sunduğu görüşleri kabul gördü. Edebiyat Fakültesi, Tarih-Coğrafya, Felsefe, Sosyoloji ve Edebiyat gibi ihtisas bölümlerine ayrılarak genişletildi. Mustafa Şekip Tunç, Yahya Kemal ve Ahmet Ağaoğlu gibi genç milliyetçileri Edebiyat Fakültesi Öğretim kadrosuna aldırdı. Kendi kurduğu Sosyoloji kürsüsünün profesörlerini Türklük konusu üzerine çalışmalara yöneltti ve Fuat Köprülü’nün yetişmesinde etkili oldu.

İşgal yıllarında 1919’da Malta’ya sürgün edildi. İki buçuk yıl kaldığı sürgün hayatında bir yandan maddi zorluklarla mücadele ederken yazmaya, araştırmaya devam ediyordu. 19 Mayıs 1921’de yurda döndü. Önce Samsun’a sonra ailesi ile birlikte Diyarbakır’a gitti. Sonra Atatürk’ün isteği üzerine Ankara’ya geldi ve “telif ve tercüme komisyonu” başkanlığına getirildi. “Türk Töresi”, “Türkçülüğün Esasları”, “Altın Işık” adlı eserlerini yayınladı. “Türk Medeniyeti Tarihi”ni yazmaya başladı. 11 Ağustos 1923’de Diyarbakır milletvekili seçildi. İstanbul’da hayata veda ettiği 25 Ekim 1924 gününe kadar Türklük Ülküsü için araştırdı, yazdı, anlattı. Cenazesinde on binlerce genç vardı ve bunlar - dan biri de H. Nihal Atsız’dı.

Ziya Gökalp’ın 1913-1918 arası çalışmaları, Türk milli şuurunun yerleşmesinde en verimli dönemdir. Bu kadar kısa sürede, sosyolojik temellerle bilimsel ve gerçekleşebilecek bir konuma getirdiği Türkçülük fikri, deyim ye - rindeyse ayakları yere basan bir nitelik kazandı. Bu düşünce geniş çerçevede “temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti”nin de temelini oluşturdu. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için Ziya Gökalp, Türkiye Cum huriyeti’nin başta Türk milliyetçiliği olmak üzere temel ilkelerinin fikir babasıdır…

Bunlardan biri “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi. Eski söylenişi ile “iç il, dış il” ilkesi aslında binlerce yıllık Türk Devlet Geleneği’nin temel ilkelerindendir ve araştırmalarıyla eski Türk tarihine ilişkin kaynaklardan bulup günümüze ulaştıran da Ziya Gökalp’tır. Türkçülüğün Esasları’nın Beynelmilel Ahlak bölümünde özetle diyor ki; “Eski Türkler sulh dinine tâbi oldukları için, başka milletlerin dinî, siyasî, harsî mevcudiyetlerine hürmet ederlerdi. Hatta kendilerine “iç il” ve başka milletlere “dış il” namlarını vererek, bütün milletleri bir sulh dairesi içeri - sinde görürlerdi. Çünkü “il” kelimesi eski Türkçede “sulh da - iresi” manasına idi…” Gökalp’ın bu bilgilendirmesi bize aynı zamanda şu gerçeği çağrıştırıyor. Türk boylarını bir arada, barış içerisinde toplayan Başbuğ’lar “İlhan”, “Hakan” olarak anılırlar. İşte bu Hakan’ların ilkesi idi; “İç il, dış il”.

Ziya Gökalp, Türkçe konusundaki hassasiyetini şu dizeleriyle dile getiriyordu;
………
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ’nın… Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır Vatanın! Bu dizler bize Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin şu dizelerini hatırlatıyor;
Sevmiyorlar âlimler sizin Türkçe dilini,
Erenlerden işitsen açar gönül ilini.
Ayet, Hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,
Anlamına erenler başı eğip uyarlar.

Gökalp, Türkçülük ülküsünü üç dereceye ayırıyordu:
Tür - kiyecilik,
2- Oğuzculuk yahut Türkmencilik,
3- Turancılık.
Turancılığını Turan adlı şiirin - de şu dizelerle özetlemişti;

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan…

Ziya Gökalp, Türkçülük düşüncesini paylaştığı Mehmet Emin, Ahmed Hikmet, Hüseyinzade Ali Bey, Ahmed Ferit, Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi, Mehmed Fuad ve Türk dünyasının başka şehirlerinden (Kazan, Bakü) İstanbul'a gelen Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu gibi öncü Türkçü aydınlarla birlikte Türkçülüğün tarihsel ve sosyolojik temellere dayanan bir fikir hareketine dönüşmesine en büyük katkısı olanlardandır. Sosyoloji'nin Türkiye'deki ilk hocası da diyebileceğimiz Ziya Gökalp’in Kültür-Medeniyet kavramlarına ilişkin sosyolojik tanımlamaları kendisinden sonra gelenlere ışık tuttu. Sosyoloji diye bir bilimin adı yalnız Türkiye’de değil, dünyanın çoğu ülkelerinde bilinmezken ve hatta Avrupa’nın birçok ülkesinde üniversitelerde sosyoloji kürsüsü yokken, Ziya Gökalp İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji kürsüsü kurmuştur.


1935'den günümüze kadar, bu alandaki fikri yeniliklerin öncülerinden Mümtaz Turhan, Osman Turan, Erol Güngör ve Orhan Türkdoğan'ın Kültür-Medeniyet ilişkisine dair geliştirdikleri farklı tespitlerin, tanımlamalarının temeli Z.Gökalp’in bu tartışmaları başlatmasına dayanır. Ki, bu gerçeği kendileri de sık sık dile getirmişlerdir. 1930'larda Ziya Gökalp'in Kültür-Medeniyet kavramlarına bakış açısı hakimdi. Kültür; milletlere has faklılıklar gösteren dil-inanç-sosyal hayata yön veren gelenek, töre vb. öğeleri ihtiva eden ve Medeniyet de, ilimde, fende, teknikte cihanşümul gelişme olarak tanımlanırdı.

Ziya Gökalp'tan sonra gelen ve O'nun attığı temelle yetişen, Türkiye'nin çok değerli sosyo - logları ve fikir adamları Kül - tür-Medeniyet kavramlarına ve ilişkisine geniş fikri açıklık kazandırdılar. Medeniyette üst seviyede olma hali; teknolojik gelişmişliğin ötesinde bir milletin ahlaki de - ğerlerinin, inançlarının, töre - lerinin öncülüğünde barış ve huzur içinde yaşaması, insana değer vermenin üst düzeyde olması, adaletin hüküm sür - mesi demektir. Milletlerin özgün kültürel de - ğerleri olan töreleri, gelenek - leri, tabiatla ilişkileri, edebiyat - ları, ince sanatları, müziği vb. varlıkları yüksek medeniyete kavuşmalarının araçlarıdır… Ziya GÖKALP'ın Türk Yurdu, Türk Ocağı ve Türk Bilgi Derneği'nin dergilerinde yazdığı makaleler dışındaki eserlerin - den bazıları; Kızıl Elma (1914), Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (1918), Yeni Hayat (1918), Altın Işık (1923), Türk Töresi (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Medeniyet Tarihi (1926, ölümünden sonra) Millet, memleket sevgisine yüreğini otağ kılmış ve milletinin özüne dönmesi, müreffeh olması için yılmadan çalışmış, bu uğurda her tür çileye göğüs germiş bilge Türk, seni saygı ve minnetle anıyoruz. Öteki acundaki (Ol Acun) yerin uçmağ, ruhun şad olsun. Büyük Türkçü; "Tanrı Türk'ü korusun" yakarışı, ilk olarak senden işitilmişti, senin yüce gönlünden diline yansımıştı. Türkçüler olarak aynı yöne bakan yürekle, hep bir ağızdan tekrarlıyoruz; Tanrı Türk'ü korusun!

KAYNAKÇA
1)Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1976
2)Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1976
3)Ziya Gökalp, Kızıl Elma, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1976
4)Ziya Gökalp, Türk Töresi, Töker Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2005
5)Hasan Tuncay, Ziya Gökalp, Toker Yayınları, İstanbul, 1978
6)Prof.Dr. Yılmaz ÖZAKPINAR, Kültür Değişmeleri Ve Batılılaşma Meselesi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999

Gazi ÇEVİK