Marlon Brando’nun dediği gibi “oyunculukta ortaya çıkaracağınız işin değeri ne olduğunuza veya bazı durumlarda kim olduğunuza çok bağlıdır. Yaptığınız her şey, tecrübelerinizin bir parçasıdır.''
Oyuncu hepimizin sözcüsü, yaşadığımız hayatın aynası gibidir. Bu alanda güzel işler ortaya koyan bir isimle, Yiğit Çelebi ile sizin için bir araya geldik.
Yiğit Bey merhaba. Öncelikle söyleşi talebimize olumlu yanıt verdiğiniz için teşekkür ederiz. Kısaca Yiğit Çelebi’den bahseder misiniz?
Merhaba. Asıl ben teşekkür ederim beni konuk ettiğiniz için. Herhalde bu soru bazı insanlar için en zor sorulardan biri. Yiğit Çelebi kimdir diye merak edenlerden biriyim ben de. Yaklaşık 40 senedir beraber olmamıza rağmen… Şaka bir yana işin felsefi kısmına girmeden genel bir özet geçeyim; 24 Mart 1984 yılında Konya’da dünyaya gelmişim. Bir yaşındayken de tekrardan Bursa’ya dönmüşüz. Dönmüşüz diyorum çünkü annem ve babam Bursa’da tanışmalarına rağmen devlet memuru oldukları için tayin dolayısıyla babamın memleketi Konya’ya yerleşiyorlar daha sonra tekrar annemin memleketine, Bursa’ya dönüyoruz. Bunu uzun uzadıya anlattım çünkü resmen Konya doğumlu olmam için bütün şartlar birleşmiş.
İlkokul, ortaokul, lise yıllarım hep Bursa’da geçti. Bursa’nın en güzel zamanları olan doksanlı yılları yaşayabilen şanslı insanlardanım. Benden on yaş küçük bir erkek kardeşim var. Mert ile beraber abi kardeş mahallede top oynamamızla ilgi anılarımızın olması ise benim için çok kıymetli. Yeşil Bursa’nın yeşil olduğu, mahalle kültürünün olduğu zamanlardı. Üniversite yıllarım ise Balıkesir’de geçti. Balıkesir Üniversitesi Makine Mühendisliğinden mezun oldum.
Makine Mühendisliği eğitimi almanıza rağmen tiyatro, sinema ve dizi oyunculuğu yapıyorsunuz. Tiyatro, sinema, dizi oyunculuğunu seçmenizde neler etkili oldu? Neden oyunculuk?
Aslında üniversitede okurken de mesleğimi yapmayacağımı biliyordum. Buna rağmen okulu dört senede bitirip bir an önce kendi yaşamak istediğim hayata başlamak istedim. Eğer anne babanız üniversite mezunu olup, devlet memuru ise bir altın bileziğinizin olması gerekir. Benim için de altın bilezik makine mühendisliği olmuştu. Ama sonrası benim hayatım, benim tercihlerim. Kısa dönem askerlik yaptım. Askere gidenler bilir; orada bir gün üç gün gibi geçer. Kendinizle çok fazla baş başa kalır, düşünürsünüz. Oyunculuk benim içimde hep olan ama bir türlü cesaret edemediğim bir yolculuktu. Bu arada lise ve üniBİR İNSAN/ BİR DÜNYA YİĞİT ÇELEBİ İLE OYUNCULUK ÜZERİNE… Muaz ERGÜ 12 GELİŞİM ERZURUM versite zamanlarında oyunculukla ilgili deneyimim olmadı. Ama dediğim gibi içerden bir ses sürekli bana fısıldıyordu.
Bunun temelini kendisinin belki haberi yoktur ama Nam-ı Diğer Nokta atmıştı. Yani Abdullah Şahin. Kendisi baba tarafından akrabamız. Bir gün kendisi ve anne babası Bursa’da bizim eve misafirliğe gelmişlerdi. Doksanlı yıllarda böyle popüler birisinin evinize gelmesi her zaman olan bir şey değildi. Çocuk olarak, komşularımızın Abdullah abiye ilgisini görünce; benden de acaba oyuncu olur mu diye düşünmüştüm. Sonrasında bu düşünceyi, bu sesi susturdum. Fakat askerdeyken bu ses tekrar kendini duyurmaya başladı. Askerden döndüğüm dönem de hayatımı sorguladığım bir dönem oldu. Hayata bir kez geliyoruz ve ben gerçekten ne yapmak istiyorum? Bu soru ile yaklaşık bir senem Bursa’da geçti. Hiç unutmuyorum; 2009 yılında doğum günümün sabahında erkenden kalkıp internetten oyunculuk okullarına baktım ve 2-3 hafta sonra kendimi İstanbul’da buldum.
Oyunculuğu bu kadar istememin, bunun için fedakârlık yapmamın sebebi aslında; keşfetme arzusu… Başka insanları, hayatları, durumları, duyguları keşfetmek bence muazzam bir şey… Bunları keşfederken aslında kendinizi de keşfediyorsunuz. Evet, işin şan, şöhret, maddi durumu var fakat hangi meslek grubunda bütün meslekleri deneyimleme şansınız olabilir ki? Ya da hangi meslek grubunda yaşamadığınız başka hayatları bedelini ödemeden yaşayabilirsiniz? En baştan beri beni oyunculuğa iten şan, şöhret olaylarından çok, işin psikolojik kısmıydı. Bence keşfetme arzusu; hem yaşam enerjisi hem de yaratana yakınlaşma durumu… Sanatın her dalı bence insanın özünü keşfetmesi için bir yolculuk.
Oyunculuk alanında kimlerden ders aldınız? Kimlerle çalıştınız? Yer aldığınız tiyatro, sinema, dizi projelerinden bahseder misiniz?
İlk oyunculuk eğitimimi Plato Film Okulu’nda yakın zamanda kaybettiğimiz sevgili Ayla (Algan) hocamdan aldım. Kamera önü oyunculuğu eğitimiydi. Daha sonra Mint Akademi’de tiyatro eğitimi aldım. Sonrasında ise daha çok oyunculuk tekniklerini öğrenmek istedim. Bunun için de bana daha yakın gelen, beni heyecanlandıran ve olma halini, doğallığı merkeze alan Eric Morris Tekniği için Deniz Erdem’in atölyelerine katıldım. Ve çeşitli birçok atölye çalışmasında yer aldım. Bu arada sadece oyunculuk değil aynı OCAK 2024 13 zamanda Zeynep (Atakan) hanımdan, yapımcılık eğitimi aldım. Açıkçası ben sektörü bir bütün olarak görüyorum ve oyunculuktan yapımcılığa, senaristlikten yönetmenliğe hepsinin birbirini beslediğini düşünüyorum. Bir oyuncu olarak sektörün her dalına ilgim var.
Şu an sadece oyunculuk geçmişimden bahsedebilirim ama belli olmaz belki bir daha sefere başka dallardan da tecrübelerimi konuşabiliriz. Çok uzatmadan en bilinen projelerimden bahsedeyim; “Vatanım Sensin” ve “Ufak Tefek Cinayetler” dizileri tanınmama vesile olan projeler... Film olarak ise; TRT ortak yapımı olan, yönetmenliğini Müslim Şahin’in yaptığı “Muallim” filmi. En son sahneye çıktığım oyun ise sevgili Hüseyin (Sorgun) hocamın uyarlayıp sahneye koyduğu; Peyami Safa’nın aynı isimli romanından uyarlama olan “Yalnızız” oyunu... Bu oyunda başkarakter Samim’i oynadım. En sevdiğim ve kendime yakın bulduğum yazarlardan biri olan Peyami Safa’nın romanının sahneye uyarlanıp, benim de başkarakteri oynamam gurur vericiydi. Aslında her oynadığım karakterin yeri bende ayrı oluyor. Mesela “Vatanım Sensin” dizisinde oynadığım; “Başhekim Mustafa Sami” karakteri benim ilk göz ağrım. Evet, ilk projem değildi öncesinde tecrübelerim vardı ama ana kastında yer aldığım ve karakterin kendisi ile uzun bir süre kamera karşısında olduğum ilk projemdi. Bu arada dönem işlerine ayrı bir zaafım var. Evet evet resmen zaafım var. Hemen hemen bütün dönem projelerinde oynamak istiyorum. Sanırım hem yaşanan olayların gerçek olması hem karakterlerin öncesinde yaşayan karakterler olması beni doğallığın, gerçekliğin içine daha çok çekiyor. Bu gerçek atmosferleri, durumları, psikolojileri çözümlemek beni çocuk gibi heyecanlandırıyor. Mesela TRT projesi olan; Aliya İzzetbegoviç’in hayatının anlatıldığı “Alija” dizisinde de yer almaktan çok mutlu olmuştum. Unutmadan! Hemen hemen bir buçuk sene önce Meksika’ya gidip; Meksika merkezli ülkemizde şubeleri olan bir firma için tanıtım filmlerinde oynadım. Oyunculuk için Meksika’ya gidip iki hafta kalıp, bir hafta boyunca da oyunculuğumu icra etmek benim için çok ilginç ve hoş bir deneyim oldu.
Yiğit Bey ilk oyunculuk eğitiminizi Ayla Algan’dan aldığınızı söylediniz. Dediğiniz gibi kendisini yakın bir zaman önce kaybettik. Başınız sağ olsun. Rahmet olsun Algan’a. Bize biraz Ayla Algan’ı anlatır mısınız? Ayla Hanımdan, anılarınızdan bahsedin lütfen.
Sevgili Ayla hocamın bende emeği büyüktür. O kime dokunduysa, kim ondan eğitim aldıysa ya da kim ondan tek bir cümle bile duysa aynı şeyi söyleyecektir. Size tek bir şey söyler ve dünyaları verir size. İlk dersi hiç unutmuyorum. Sınıfın en arkasında köşede kafamda bir sürü soru ile oturuyorum. Düşünüyorum; benden oyuncu olur mu, bu kadar riske değer mi, acaba mühendislik mi yapsaydım diye… Ama karşımda da Ayla Algan duruyor. Kendi kendime dedim ki; ilk ders bitsin sonra karar ver. Ayla hoca tüm zarafeti ve çocuksu halleri ile kendini tanıttıktan sonra bir erkek, bir kadın sahneye çıksın dedi. Kamera önü eğitimi olduğu için derslerimiz de kameraya çekiliyordu. Sahneye çıkanlara dedi ki; siz sevgilisiniz, biriniz ayrılmak istiyor biriniz ayrılmak istemiyor, doğaçlama oynayın. Sahneye çıkan arkadaşlar yanlış hatırlamıyorsam daha önce konservatuar sınavlarına hazırlanmışlar. Benim gözümde baya tecrübeliler yani… Neyse bunlar oynadılar ve ben dedim benden oyuncu olmaz! Acaba okula yatırdığım parayı nasıl alabilirim diye düşünmeye başladım. Kusura bakmayın şu an tebessüm ediyorum ama o an gerçekten benim için çok dramatikti. Ben bunları düşünürken bir anda Ayla hoca bağırdı; siz ne yapıyorsunuz, böyle olmaz, oyunculuk etkiye tepkidir, kamerada gözlerinizle oynayacaksınız diye bir sürü şey söyledi… Öğrencileri bilir Ayla hocanın bağırması bile tatlıdır, yüzünüzde tebessüm oluşur. Sonra dedi ki; “Duyguyu gözlerinize vereceksiniz, gözlerinizle oynayacaksınız. Ben gözlerimle oynamayı “Ah Güzel İstanbul” filminde Sadri Alışık’tan öğrendim. Böyle abartılı oyunculuklar yok artık…”
Tamam dedim doğru yerdeyim. Hâlâ Ayla hocamın öğrettiklerini içselleştirip, kullandığım yöntemlerim vardır.
İlk başta bu anımı anlatmak istedim. Çünkü kendisi o çocuksu enerjisi ile hep hayatımda olacak. 2009 yılında eğitim almıştım. Bana adını unutabilirim ama yüzünü asla unutmam, devam et başaracaksın demişti… 14 GELİŞİM ERZURUM Vefat haberini öğrendiğimde Bursa’daydım ve direk bu anılarım aklıma geldi. Ertesi gün cenaze töreni için İstanbul’a gittiğimde ve o kalabalığı görünce dedim ki; iyi bir insan olmak işte böyle bir şey. Bize oyunculuk derslerinin yanında hayat dersleri de verirdi. İyi insan olmanın karşılığıdır; Ayla Algan. O gün törende konuşma yapanların; o kadar içten ve gönülden konuşması, herkese nasıl da samimi bir şekilde dokunduğunun göstergesidir. Kızı Sevi (Algan), annesini o kadar güzel anlattı ki; sanata, insanlığa adanmış bir hayat. Mekânı cennet olsun.
Yakın zamanların en önemli düşünür, komutan ve devlet adamlarından Bosna Hersek’in simgesi Aliya İzzetbegoviç’in hayatının anlatıldığı Alija dizisinde rol aldınız. Neler söylersiniz Aliya ve bu diziyle alakalı? Neler hissettiniz?
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç ile ilk kesişmem yıllar yıllar önce oynadığım tiyatro oyunu ile oldu. “Bilge Kral: Aliya” isimli tiyatro oyunumuz; Aliya İzzetbegoviç’in çocukluğundan başlayarak hayatının önemli anlarını gösterdiğimiz etkileyici bir oyundu. Orada oğlu Bakir İzzetbegoviç’i oynamıştım. Trt yapımı olan “Alija” dizisinde ise; Aliya İzzetbegoviç’in daha genç zamanlarında akıl aldığı, fikirlerinden faydalandığı, abi yerine koyduğu “Asaf” karakterini oynadım. Mini dizi olduğu için belki çok sahnem yoktu ama böyle önemli bir karakteri oynamak için can-ı gönülden Saraybosna’ya gittim. Zaten Saraybosna’ya yani Bosna-Hersek’e gittiğinizde hâlâ o dramı yaşıyorsunuz. Binalardaki kurşun izlerini görmek, sergilerdeki soykırımın fotoğraflarını görmek ve bunların yakın tarih olan doksanlı yıllarda yaşanması gerçekten çok üzücü. Soykırım karşısında yalnızlığa mahkûm kalmış halkına; özgürlüğü veren bir lider Aliya İzzetbegoviç. Bilenler bilir ki; aslında nasıl da sanata düşkün biridir. Ruhunda savaşmak yoktur. Bu kadar hümanist birinin zorla savaşa çekilmesi sanırım istemeyerek te olsa kendisini bütün dünyanın tanımasını sağladı. Benim için de dediğiniz gibi yakın zamanların en önemli düşünürlerinden, liderlerindendir. Hayatını, ruh halini, nasıl bir düşünür olduğunu daha iyi anlamak için; Aliya İzzetbegoviç’in kendisinin yazdığı “Tarihe Tanıklığım” kitabını tavsiye derim.
Son zamanlarda ülkemizde çok fazla televizyon dizisi çekiliyor. Çoğu dizi de birkaç bölüm yayınlandıktan sonra yayından kaldırılıyor. Neler söylersiniz ülkemizdeki dizi sektörü ile ilgili?
Aslında benim de en çok canımın yandığı konuya temas ettiniz. Kimsenin kalbini kırmak istemem ama sanırım bu “hakkaniyetli olma” ile alakalı. Ben oyunculuk tarafından olaya bakayım… Nasıl bir futbolcu kötü bir performans sergilediğinde yedek kulübesine çekilip bir süre dinlendiriliyorsa bence bu oyuncular için de geçerli olmalı. Şu an oyunculuk performansının ötesinde; güzel-yakışıklı görünsün, iyi resim versin, takipçi sayısı bilmem kaç bin hatta milyon olsun durumu var. Ve bakıyoruz ki hep aynı oyuncular projelerde yer alıyor. Kesinlikle bunu hakkını vererek oynayan oyuncular için söylemiyorum. Haddim değil. Fakat maalesef işin biraz kolayına kaçıp daha bilinir, popüler isimler üzerinden kast kurmaya çalışmak bazen erken finallere sebep oluyor bence. Çünkü artık izleyici çok deneyimli. İzleyicilerimiz, doğal bir şey mi yoksa yapay bir şey mi izliyor hemen anlıyor ve bence bu reytinglere yansıyor. Siz bir dünya kuruyorsunuz. Tabii ki bu dünyayı takım halinde kuruyorsunuz; yapımcısı, senaristi, yönetmeni, set çalışanları… Fakat projenizi sunan, gösteren oyuncudur. İzleyici oyuncuyu görüyor. Çok klişe olacak ama izleyici; “bana geçmedi yok bu olmamış” dediği an zaten o proje uzun sürmüyor. İşte bu noktada da hakkaniyet devreye giriyor. Bazı oyuncular projeleri erken final yapsa bile hemen başka projelere geçiyorlar ve çalışmaya devam ediyorlar. Benim gibi birçok oyuncu ise deneme çekimlerine girebilmek için bile kılı kırk yarıyor. Her oyuncu her rolde üstün bir performans sergileyecek diye bir şey yok. Seçici tarafın bunu bilip, bu seçim esnasında da herkese aynı şansı tanıması, hakkaniyetli olması gerekir. Daha önce İlker Aksum’un röportajını okumuştum. Orada diyor ki; ben yılların oyuncusuyum ama benim bile takipçi sayıma bakıyorlar… Aslında bu her şeyin özeti. Bu arada yanlış anlaşılmasın. Mesela İlker Aksum’un projesi erken final yapsa ben kendisine kötü oyuncu diyebilir miyim? Asla! Her seferinde bambaşka karakterler çıkartan, emek harcadığı, çalıştığı, fedakârlık yaptığı her rolünde belli olan çok doğal, başarılı bir oyuncu. Mesela Aras Bulut İynemli’nin ya da Burcu Biricik’in projesi erken final yapsa onları suçlayabilir miyiz? Asla! Müthiş oyuncular ve her projelerinde nasıl da öncesinde çalıştıklarını, emek harcadıklarını görüyoruz. Karakterlerini içselleştirip çok doğal bir oyunculuk sergiliyorlar. Ama projeler içindeki iyi kötü performansları ayırmak, kötü performans sergileyenleri biraz yedek kulübesinde oturtup diğer oyunculara da şans vermek gerekir. Öteki türlü şöyle bir durum oluşuyor; bilinirlik, popülerlik havuzu… Bu havuz içinde olmayanlar maalesef arzu ettikleri roller için o şansı bulamıyorlar. Kusura bakmayın biraz uzattım ama herkes ekmeğinin peşinde ve lütfen biraz daha hakkaniyetli olalım ki; nice yetenekli, çalışkan oyuncu sektöre küsüp gitmesin.
Sizin, oynamak istediğiniz dizi ve filmlerle ilgili belli kurallarınız var mı? Neye göre seçiyorsunuz oyunculuk yapacağınız dizi ve filmleri?
Eskiden katı kurallarım vardı ama sanırım katı olmak ya da köşeli olmak insana hayatta bir şeyler kazandırmıyor. Bunun yerine daha esnek olmak, kriz anını o an çözebilmek önemli. Çünkü benim şöyle şöyle kurallarım var dersem insanlar beni tam anlamıyla tanımadığı, iç dünyamı bilmediği için başka bir gözle bakabilirler. Sektörde toyluk zamanlarımda açıkçası benim şöyle kurallarım var deyip sonrasında içimde kalan bir fırsatı kaçırdığım oldu. Çünkü karşı taraf sizin çok katı olduğunuzu ve oyuncu olarak sizi yönlendiremeyeceğini düşünüyor. O an geldiğinde oturup konuşup orta yolu bulmak varken, baştan benim şu kurallarım var demek biraz tepeden bir bakış olarak algılanıyor. Kimse size istemediğiniz bir şeyi, rolü oynatamaz zaten… Fakat zeki insan kimseyi kırmadan, o istemediği şeyi oynamayarak da çok güzel bir şekilde yoluna devam edebilir…
Nasıl hazırlanırsınız oynayacağınız dizi ve sinema filmlerine?
Açıkçası birçok oyunculuk tekniğinden besleniyorum. Eric Morris, Stella Adler, Ivana Chubbuck gibi oyuncu koçlarının kitaplarını tekrar tekrar okurum. Her seferinde tekniğime bir şeyler katmamı sağlıyor. Tabii en sevdiğim teknik Eric Morris Tekniği ama kendime özgü oluşturduğum çalışma yöntemlerim var. Deneme çekimine girmeden önce yaptığım çalışmalardan bahsedeyim size… En başta metni düz bir şekilde ezberlerim. Hatta ezberlerken değişik taktiklerim vardır. Kimi yeni okumaya başlayan bir çocuk gibi kekelerim, kimi bir radyo sanatçısı gibi okurum, kimi yüksek sesle, kimi çok kısık sesle… Ama bunları yaparken metne, cümlelere bir anlam yüklemem. Bunlar benim kolay ezberlemem için taktiklerim. Başta ezberi yapmak beni rahatlatıyor. Düz bir şekilde ezberimi yaptıktan sonra karakterin bütün hatlarını çıkarmaya geçerim. Bana verilen karakter analizini iyice inceler; karakterin engelleri nelerdir, nasıl bir ruh hali vardır, hayata bakışı nasıldır bu tür soruları cevapladıktan sonra kendim karaktere sorular sorarım. Biraz delice gelebilir ama karakteri karşıma oturtup ona sorular soruyorum. Mesela “Vatanım Sensin” dizisinde oynadığım “Mustafa Sami” karakterine elli, altmış civarı soru sormuştum. En sevdiği renk, şiir yazıp yazmadığı, ailesi ile olan ilişkisi ve bir sürü özel soru… Dediğim gibi belki bunlar delice gelecek ama sorduğum bu soruları “Mustafa Sami” olarak gene ben cevapladım. Bu sorulardan sonra karşınızda zaten nefes alan bir karakter oluyor. İşte bu karakter düz bir şekilde ezberini yaptığım replikleri okumaya başlıyor. Sonrası ise genel hikâyenin, sahnenin zorunlulukları, diğer karakterler ile ilgili ilişkisi filan… En sonunda da kendime; oynarken tadını çıkart, bir çocuk gibi eğlen diyorum. Aslında püf noktası bu… Bütün kişisel sorumluluklardan kurtulup bir çocuk gibi oyunun hakkını vermek, eğlenmek ve fütursuz olmak. En iyi oyuncular çocuklardır. Onlar gerçekten hissederek, hakkını vererek oynarlar…
Eğer rolü aldıysam sette de kendimi yönetmene teslim ederim. Onun yönlendirmelerine karşı bir duvar örmem. En fazla karakterin iç dünyası ile ilgili fikirlerimi söylerim. Öteki türlü sete sahneyi kafanızda çekip gitmeniz ve sahnenin başka türlü çekilmesi sizin enerjinizi düşürebilir. Onun yerine sete nötr bir şekilde gidip yönetmen ile öncesinde sahneyi konuşmak ve üç iki bir kayıt denildiğinde 16 GELİŞİM ERZURUM anda kalıp, anın hakkını vermek en keyiflisi…
Yer aldığınız ya da yer alacağınız yeni projeler var mı? Bahseder misiniz bunlardan?
Açıkçası size güzel haberler vermek isterdim ama tabiri caizse son zamanlarda hep direkten dönüyorum. Bu proje kesin oldu gözüyle bakıp, o proje ile ilgili daha derin bir çalışmaya giriyorum fakat sonrasında seçiciler tarafında olumsuz bir cevap geliyor. İlk oyunculuk eğitimi almaya başladığımda da hedefim başroldü, şimdide öyle… Hatta kendimi “karakter oyuncusu” olarak başrol olmayı hedefleyen biri olarak görüyorum. Sanırım sosyal medya hesabımda beş yüz değil de beş yüz bin takipçim olsaydı şu an daha farklı şeyler konuşuyor olabilirdik. Belki de bu sohbetimiz bana şans getirir…
Dizi ve sinema oyunculuğu dışında nelerle ilgilenirsiniz?
Hep sanatın, keşfetmenin içindeyim diyebilirim. Şiir yazmayı seviyorum. Duygularımı birkaç cümlede olsa ifade etmek beni rahatlatıyor. Aslında şiir kitabı çıkarmayı düşünüyordum fakat biraz daha demlenmeye ihtiyaçları var sanırım. Fotoğraf çekmeyi çok severim. Bakmak başka, görmek başkadır. Bu konuda yetenekli olduğumu düşünüyorum. Kadrajımın iyi olduğunu son zamanlarda fazlası ile duymaya başladım. Spor olmazsa olmaz. Gerçekten spor yapmadığımda kendimi gergin hissediyorum. Pandemi ile birlikte evde spor yapmaya alıştım. Tabii her oyuncunun olduğu gibi benim de yazdığım hikâyeler, senaryolar var. Bakalım belki bir gün kamera arkasına da geçeriz. Bu arada keşfetme noktasında doğa da bana çok iyi geliyor. Bir orman, bir deniz kenarı ne olursa olsun doğayı gözlemlemek sanki tamamen oraya aitmişim gibi hissettiriyor. Hele hava kapalı puslu ise kendimi çok dingin ve öze dönmüş gibi hissediyorum.
Şiir yazıyorum dediniz. Bir şiirinizi bizimle paylaşır mısınız?
Tabii seve seve paylaşırım; Yazıp yazıp silmelerim var benim, Aynı hayat gibi… Her güne yeniden başlamak gibi… Sevdalarım var benim, Ufka kanat çırpan kuşlar gibi… Zamanı durduramayan insanlar gibi… Benim bir de ruhum var, Varlığını bildiğim ama kendisini hiç tanımadığım… Yanımdan geçip giden, Derin bakışlı kadınlar gibi…
Dizi ve sinema sektörüne girmek isteyenlere tavsiyeleriniz olur mu? Neler söylersiniz?
Her zaman içinden geçenleri açıkça söyleyen biriyimdir ki siz de fark etmişsinizdir. Bu sorunuza farklı bir bakış açısı ile cevap vermek istiyorum. Biz jenerasyon olarak arada kalmış bir jenerasyonuz. İnternetin, cep telefonunun olmadığı dönemleri gördük şimdi ise sosyal medyanın, yapay zekânın olduğu dönemleri görüyoruz. Bir yerde okumuştum; hayat, kendinizi ifşa etmektir… Bunun üzerine çok düşündüm ve sonrasında hak verdim. Tabii ki kesinlikle eğitim alın, kendinizi tanıyın, engellerinizi bilin, oyunculuğunuzu geliştirin, iyi bir insan olun ve ben buradayım diye kendinizi ifşa edin. Bu, özellikle bu dönemde çok önemli. Yeni jenerasyon bunun nasıl yapılacağını daha iyi biliyor. Birileri size şans vermediyse bile oyunculuğunuzu hatta sanatınızı, ürettiğiniz, keşfettiğiniz şeyleri göstermek için bir yolunu bulun. Artık dünya düzeni bu hale geldi. Ne iş yaparsanız yapın; hey ben buradayım demek zorundasınız. Ve kesinlikle içinizden gelen o kısık sese güvenin. O size kalbinizden fısıldayan, ruhunuzun sesi… O ses size yolunuzu gösterecektir. Pes etme diyorsa; onu dinleyin ve pes etmeyin. Başkalarının hayatını değil kendi hayatınızı yaşayın. Ve dümene kendiniz geçin!
Son olarak neler söylersiniz?
Bu nahif söyleşi için teşekkür ederim. Bana içimdekileri dile getirme şansı verdiniz. Umarım herkes sanatın bir dalı ile ilgilenir ve hümanist tarafımız daha çok ortaya çıkar. Savaşların, zulmün, nefret duygusunun karşısında sanat olduğunda dünya daha yaşanır bir yer olacaktır. Sanat; şu kısacık ömrümüzde hepimizin “bir” olduğunu daha iyi idrak etmemize vesile olsun.
Biz teşekkür ederiz.