GelişimErzurumYazı

Moderniteye Yenilen Gelenek: YÜK TAŞIYAN KAMYONLAR VE DEVE KERVANLARI

Tebriz’den gelip Erzurum üzerinden Trabzon’a inen İpekyolu’nda asırlar boyu yük taşıyan develer, 1923 yılı ortalarında Trabzon’dan Erzurum’a yük taşıyan kamyonlarla karşılaştılar. Bu acayip makinelerin sayısı yavaş yavaş artmaya başladı. Fakat develer hemen pes etmediler. 1930’ların ortalarına kadar, emektar yoldaşları olan kağnı ve mekkârelerle birlikte yolculuklarına devam ettiler. Bununla birlikte, artık devir değişmişti. Develer ve diğerleri, er veya geç yeni ve güçlü rakipleri karşısında pes edeceklerdi. Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, Yusuf İzzet isimli Trabzonlu bir yazar, 1923 yılı ortalarında Erzurum’dan Trabzon’a bir kamyon yolculuğu yapmış ve izlenimlerini “kamyon hatırası” olarak gazete okuyucularına şöyle aktarmıştı:
Asrın icap ettiği iştirâk-ı hayat, yolculukta da kendini gösterdi. İşte kadın, erkek bir kamyona dolmuş, Erzurum ovasına aşağı akıyor. Çünkü süratle ehveniyet, hepimizi bu fenni vasıta-i nakliyede birleştirmiş; koşuyoruz. Sanki kamyonumuz garip bir ejder gibi mütemadiyen yolu yutuyor. İkide bir, furgunlara binmiş yolu betaetle adımlayan yolculara rast geliyoruz. Bunlar ferdi sermayesiyle yol almak isteyen muhafazakârlardır. 11 gün sürüklendikten sonra Trabzon’a inecekler. Süratle yanlarından uçup giderken sanki onlar duruyorlar… Kamyonun şoförü Trabzonlu Tevfik Bey, evvelce birkaç araba işletirmiş. Zamana nispetle pek adi kalan bu vasıtaları fennileştirmek ve asra uymak istemiş. İlk başlangıç olarak bindiğimiz bu kamyonu almış…
Şimdi burada bir şey hatıra geliyor: Trabzon ve Erzurum demek, sadece iki kasaba değil, iki cihanın antreposunu teşkil eden, iki ticaret merkezi demektir. Böyle mühim iki merkez arasında ticaret hayatının furgunlarla, yolları adım adım sayarak sürüklenilmesi, asrın dışında kalmak demektir… Şu halde temenni ederiz ki, Trabzon ile Erzurum arasında bir kamyon şirketi tesis edilsin…” Ahmet Hamdi Tanpınar “Beş Şehir” isimli eserinde Trabzon-Erzurum-Tebriz transit yolunun Erzurum için önemini ve çağın değişimiyle birlikte Erzurum’un kaybettiği şeyleri veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Tanpınar’a göre bu yol, Erzurum için bir hayat tarzı ve “bütün bir dünya” idi. Nitekim Erzurum bir “şark ortaçağ şehri” olarak bu yol ile birlikte hayat bulmuştu. Çarşıları, pazarları ve esnaf teşekkülleri hep bu yola göre şekillenmişti. Transit yolunun önemini kaybetmesi ve modernleşme ile birlikte şehrin eski canlı hayatı bir daha dönmemek üzere kaybolmuştu. Eskiden yol üzerindeki hanlarda konaklayan, kumanyalarını bölgedeki şehir ve kasabalardan tedarik eden kervanlar, artık yerlerini kamyonlara bırakmıştı. Bir Erzurumlunun 1930’larda söylediği gibi, yirmi katırın yükünü bir kere de taşıyan kamyon şoförü, sabahleyin Trabzon’dan kalkıyor, öğleyin Erzurum’a gelerek Tekel idaresinden aldığı kırk dokuzluk bir rakı şişesini duvarda kırıp içiyor, daha sonra yoluna devam ediyordu.
1930’ların sonlarına doğru, deve kervanlarına ve bu kervanların konakladıkları deve hanlarına son darbeyi vuran iki önemli gelişme oldu. Bunlar, İstanbul-Ankara demiryolunun 1939’da Erzurum’a ulaşması ve transit yolunda devlet tarafından otobüs ve kamyon işletilmeye başlanmasıydı. Fahrettin Kırzıoğlu, otobüs işletmesi ve demiryolunun transit yolunu derinden etkilediğini, kervancılığın ve kervan hanlarının böylece tarihe karıştığını belirtmektedir. 2 Mart 1938 tarihli Doğu Gazetesi’nde, Kırzıoğlu’nu tespitlerini doğrulayan bir haber yayınlanmıştır. Haberi yapan muhabir, aynen şu ifadeleri kullanmıştır: “Dün Gölbaşı’ndaki bir hanın önünde, on-on beş deveye rast geldim. Soğuk bir rüzgâr esiyordu. Yerden ve damlardan uçuşan karlar, insanı tıkayacak bir hızla yüze göze dolarken, iki büklüm olmuş insanlar süratli adımlarla sokaklardan evlere ve dükkânlara adeta kaçıyorlardı. Sert bir yayla havası, bütün varlığını, rüzgârın sesinde ve soğuğun şiddetinde hissettiriyordu. O hercümerç içinde yan gözle bu sıcak memleket muhaciri hayvanlara baktım. Sürmeli ve mahmur gözlerini kırpıştırarak, birbirlerine sokulmuşlardı. Sıcak ve müteharrik kumlar üzerinde yürümek için yaratılmış ayakları buzlaşmış bir kar tabakası üzerine yayılmış duruyor ve develer bu haller ile sıcakla soğuk tezadının en canlı misalini veriyorlardı.”
Artık devir değişmişti. Develer ve diğerleri, er veya geç yeni ve güçlü rakipleri karşısında pes edeceklerdi.
Aynı dönemde Erzurum’a gelmiş olan Alman Lilo Linke, Erzurum’da gördüğü deve kervanlarını, kervanların Erzurum için önemini ve bu önemin kayboluşunu şu sözlerle anlatır: “Bir hesaba göre, savaştan önce yılda elli bin deve, İran’dan yüklenen malları, bu kaldırımlar üzerinde iki yana sallanarak, ağır ağır Trabzon Limanı’na taşırmış. Şehir, bunların büyük çanlarından çıkan melodilerle yankılanırmış. Bunların şıngırtıları açık ovada da belli belirsiz duyulabilirmiş. Gün boyu her bir kervan tek sıra halinde, eşeğe binmiş bir adam rehberliğinde şehrin içine doğru yürürmüş. Sonu gelmez gibi görünen yol üzerinde Erzurum, bir pazar ve dinlenme yeriymiş. Geniş hanlarında yeteri kadar oda hiç bulunmazmış. Yüzyıllar boyu yaşam bu şekilde devam etmiş ve görünüşe göre binlerce yıl daha aynı şekilde gideceği sanılırken, son birkaç yıl içinde baştan aşağı değişmişti. Demiryolları trafiğin büyük bir bölümünü kendine çekmişti. Yeni sınırlar iletişimi kesmişti. Kamyonlar, bir zamanlar sabırlı develerin taşıdığı yükleri, daha dayanıklı olan kasalarına almışlardı. Yıllar geçtikçe kervanların sayısı yavaş yavaş azalmış, önemlerini yitirmişlerdi. Şehirde kaldığım bir hafta içinde, ben ancak bir düzine kadar kervanla karşılaşmıştım. Güve yeniği gibi yıpranmış ve yorgun görünüyorlardı. Artık Yakın Şark’ın büyüsünü anımsatma gücüne sahip değillerdi. Ve çanlarının söylediği şarkı, dar sokaklara park etmiş toz içindeki kamyonların öfkeli sesleri tarafından boğulmuştu. Yorgun develer gürültücü haleflerine bakmak için başlarını çeviriyorlardı. Ağlayıp sızlanan yaşlı bir deve, ağzını açmış fakat hıçkırmayı unutmuş ve bir araba neredeyse ayaklarını ezeceği için, kendisini aceleyle yana atmıştı.” Böylece Erzurum’daki Osmanlı döneminin deve hanları artık işlevini tamamen kaybetmiş oluyordu. Bu hanların ayakta kalanları, farklı amaçlarla kullanılmaya başlandı.

Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU