Özellikle 1960’lı yılların sonuna doğru ve 1970’li yılların başlarında uzun bir zamandan sonra, Erzurum Palandöken’de ilk telesiyej ve konaklama tesisi yatırımları Erzurum Valileri Mustafa Uygur ve Necmettin Karaduman dönemlerinde gerçekleştirildi. Karaduman’dan sonra gelen bütün Valilerin hizmet döneminde Kış Turizmi ve Palandöken’in geliştirilmesi konusu her zaman gündem de kalmış ancak Erzurum Kış Turizmi projesinin ciddiyetle ele alınması ancak Vali Recep Birsin Özen(1985-1989) döneminde mümkün olabilmiştir. Bu dönemde Erzurum’da bir Kış Turizmi Komitesi kurulmuş ve başkanlığına DSİ 8.Bölge Müdürü Erdoğan Cimilli getirilmişti. Sayın Cimilli Palandöken Dağı’nın maketini dahi yaptırmıştı. Bu çalışmada bende Başkan Yardımcısı olarak görev aldım. Erzurum Kış Turizmi Komitesi Erzurum Halk Eğitim Salonunda ilk genel toplantısını yaptı. Bu toplantıda Erzurum’da Kış Turizm’inin nasıl geliştirileceği konusu tartışıldı. Bende sağlıklı ve planlı bir gelişme için Erzurum Palandöken silsilesi için bir “ Master Plan “ yapılması fikrini ortaya attım. Görüşüm toplantıya katılanlar tarafından olumlu bulunarak kabul edildi.
Master Plan fikrinin kabul edilmesi ile Kış Turizmi konusunda böyle bir çalışma yapacak Mühendislik -Müşavirlik firmalarının o günkü şartlarda Türkiye’de olmaması ve uluslararası çapta böyle bir plan çalışmasını finanse etmek için Erzurum ölçeğinde bir kaynak temininin mümkün olmaması, bu konuda ki en önemli engeli teşkil ediyordu. Böyle bir finans kaynağını ancak Hükümet kanalıyla bulabileceğimizi düşünerek, Ankara’ya gitmeye karar verdim. O sırada Türkiye’de 46. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakan Turgut Özal’ın başkanlığında görev yapıyordu. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde ise Malatya Milletvekili Yusuf Bozkurt Özal(1940-2001) beyefendi bulunuyordu. Sayın Özal’ın bu görevde olması Erzurum için büyük bir şanstı.
Erzurum Eski Milletvekili, Ulaştırma ve Kültür Bakanlıkları yapmış değerli hemşerimiz Sayın Rıfkı Danışman(1924-2018) Özal Ailesi ile dünürlük bağı vardı. Bu yakınlığı bildiğimden dolayı Sayın Rıfkı Danışman’ı ziyaret ederek, konuyu kendisine açtım. Sayın Danışman’da bana Yusuf Bozkurt Bey’den randevu alabileceğini söyledi. Ekonomi ile ilgili DPT(Devlet Planlama Teşkilatı) dahil bütün kuruluşlar Yusuf Bozkurt Özal Bey’e bağlıydı. Kendisini Sayın Rıfkı Danışman’ın bana ilettiği randevu saatinde ziyaret ettim ve çok sıcak bir şekilde karşılandım. Sayın Özal’ın memleketi Malatya dışında, ilin sorunlarının tartışıldığı ve muhataplarıyla çözüm bulunmaya çalışıldığı ikinci ekonomik zirveyi de daha sonraki bir tarihte DPT’nin toplantı salonunda Erzurum için düzenlediğini hatırdan çıkarmamak gereklidir. .
Sayın Özal’a Sayın Rıfkı Danışman özet olarak konuyu anlatmıştı. Genç yaşta kaybettiğimiz Yusuf Bozkurt Özal kıvrak zekâsıyla konuyu zaten kavramıştı. Bende Erzurum Kış Turizmi konusunda kendisine gerekli gelişmeleri aktardım. Yusuf Bey Erzurum Kış Turizmi Master Plan projesini Devlet Planlama Teşkilatı Araştırma- Geliştirme bütçesinden uluslararası ihaleye çıkarabileceklerini söyledi. Kendisi bana Kuşkay, senden bir ricam var. Avusturya ve Kanada Ticaret Müşavirliklerine git ve bu konuda deneyimi olan firmaların listesini al ve getir dedi. Bende Avusturya ve Kanada Ticaret Ataşeliklerine giderek, Kış Turizmi konusunda uluslararası deneyime sahip firmaların listesini sağladım ve Devlet Bakanı Yusuf Bozkurt Özal’ın özel kalemine verdim. Yusuf Bey sözünü yerine getirerek, Erzurum Kış Turizmi Master Plan çalışmasını uluslararası ihaleye açtı. Yapılan ihale sonucunda bir ABD-Kanada Müşterek Teşebbüsü olan “Delcon -Snow Engineering “ firması 2 milyar TL. bir bedelle ihaleyi kazandı. Bu yabancı firmanın Türkiye’deki ortağı STFA(Sezai Türkeş-Fevzi Akkaya) Mühendislik ve Müşavirlik firması seçildi.
Master Planı’nda birinci kademede Palandöken-Hınıs Boğazı, ikinci kademede Palandöken Konaklı Bölgesi ve üçüncü kademede Gez Yaylası ve Yağmurcuk kayak merkezleri planlandı. Master Planı 1990 yılında tamamlandı. Böylece Palandöken Dağı’nda mekanik ve konaklama tesisleri, pistler, paten sahaları ile diğer yatırım alanlarının yerleri belirlenmiş oldu. Palandöken-Hınıs Bölgesi için 2.000 yatak öngörüldü.
Palandöken, Bakanlar Kurulu’nun 93/4838 sayılı kararı ile Erzurum Hınıs Boğazı, Konaklı, Gez Yaylası ve Yağmurcuk bölgelerini içeren saha 2634 sayılı Turizme Destek Kanunu’nun 3.maddesi gereğince Turizm Merkezi olarak kabul edildi. Karar 17.9.1993 gün ve 21731 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlayarak yürürlüğe girdi.
Erzurum Kış Turizmi Master Planı’nın yapılması ve yürürlüğe girmesiyle birlikte, birinci derecede öncelikli Palandöken bölgesinde yatırımların ve yapılaşmanın bu plana uygun olarak gerçekleştirilmesi sağlandı ve plana büyük ölçüde uyuldu. Bu yüzden “Master Plan” ın Erzurum Kış Turizmi Merkezi’nin gelişmesinde tarihi bir rol oynadığı bir gerçektir. Ancak Erzurum Kış Turizmi açısından yeteri ölçüde tanıtılamadığı ve gerekli tanıtım etkinliklerinin yapılamadığı da izahtan ötedir. . 2011 Erzurum Winter Universiade ( Üniversite Kış Oyunları) dan sonra uluslararası çapta müsabakalar ve şampiyonalar düzenlenmemesi bu düşüncemi doğrulamaktadır.
Kaynak: Durdemir Bilirdönmez(Ed.), İpek Yolun’dan Olimpiyata Erzurum, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2010,Ankara,s.39-53.
KIRMIZI GÜL DEMET DEMET ( Öğr. Gör. Talat ÜLKER SAYI18)
“Bana derler gam yükünü sen götür Benim yük götürür dermanım mı var”
Kervanlar, eski zamanlarda kara yoluyla insan, erzak ve eşya taşımacılığı yapan kafilelerdi. Tüccarlar, yardımcıları ve sürücüler gibi farklı kimselerden oluşan kervanın toplanması ve hareket zamanı belirli kurallara bağlıydı. Kervanlar yolculuk sırasında yazın sıcaktan kaçınmak, diğer mevsimlerde ise konaklanması gereken yere gündüz varmak için gece yol alırlardı.
Kervanların gittiği en uzun yol, ipek yolu adı verilen güzergâh olup, Roma çağından itibaren Uzak Asya’da, 13. yüzyıldan itibaren de İran ve Güney Kafkasya’da üretilen ipeğin Anadolu üzerinden Avrupa’ya taşınmasında kullanılıyordu. İpek yolunun aslında yola benzer yanı pek yoktu, kervan sahipleri ve tüccarlar hiçbir işareti bulunmayan patikalar arasında, gidecekleri yönü kestirmeye uğraşır ve develerinin bin bir zahmetle o doğrultuda yürütürlerdi.
Kervanla yolculuk ve taşımacılık sırasında hayvanları süren, sevk ve idare eden ve onların bakımı ile ilgilenen kişilere kervani adı verilirdi. Bu kişilerin başında ise bütün kervanın sevk ve idaresi ile teşkilatından sorumlu olan kervan-başı (kervancı başı, kervan-keş, kârbân-sâlâr) bulunurdu. Kervanbaşı, konup göçmeleri belirleyen, yolculuk sırasında çıkabilecek anlaşmazlıkları kervandaki diğer tüccarların da katılımıyla çözümleyen, konak yerinde güvenlik önlemlerini alan ve kafilenin masraflarıyla ilgilenen kimseydi. Genellikle de bir veya iki yardımcısı bulunurdu. Kervanbaşılar üzerlerine aldıkları görevler ve yolda çıkan masraflar için, kervan mensuplarından taşıdıkları yük başına bir meblağ alıyordu.
Kervan-başının yardımcısı çavuş denilen görevliydi. Çavuş, kervan-başının kararlarını kervandakilere duyurur, yiyecek ve yem tedarik eder, mola yerini duyurur ve mola yerinde gece boyunca gezerdi.
Kervanlarda yük ve yolcu taşıyan hayvanları sevk ve idare eden kişilere kervan sürücü, deveci, deve sürücü, eşek sürücü, katırcı denilirdi. Çıngırak sesleri altında ilerleyen kervanlarda bu kişiler kervan sahipleri ya da tüccarlar tarafından para ile tutulur ve masrafları yine onlar tarafından karşılanırdı.
Kervanlarda insanları ve yüklerini at, deve ve katırlar taşıyordu. Her zaman ve zor koşullarda yük taşıyabilen develer kervanlar için idealdi. Bir deve ortalama 250 kilo civarında, yani bir at veya katırın en az iki katı kadar bir yükü, nispeten düşük bir maliyetle taşıyabiliyordu. Ayrıca Türkmenlerin tek hörgüçlü Arap develeriyle çift hörgüçlü Orta Asya develerinden ürettikleri melez develer, Anadolu’nun çetin arazisiyle soğuk ve yağışlı iklimine çok uygundu.
Kervanlar genellikle kervansaraylarda konaklamayı tercih ediyorlardı. Kervansaraylar, eşkıyalara karşı sağlam, kale gibi binalardı. Ancak her konakta kervansaray yoktu. Dışarıda konaklamak gerektiğinde, su kenarları tercih ediliyor ve yolcular çadırlarda veya ağaç altlarında açıkta konaklıyorlardı.
Kervansarayda konaklamanın bazı kuralları vardı. Eşyalar ve hayvanlar yerleştirildikten sonra gece kapılar kapanır, sabahleyin herkes hayvanının ve malının çalınmadığına emin olduktan sonra açılırdı. Eğer birinin eksiği varsa herkesin eşyası aranırdı. Kervansaraydaki hırsızlık ve soygun olaylarından bölgeyi yöneten adına, kervansaray amiri sorumluydu. Kervansaraylarda verilen hizmet süresi sınırlıydı. Genellikle yalnız üç gün parasız yemek ve oda verirdi. Daha sonra yolcuların gitmesi gerekirdi.
Kervan yolculuğu oldukça riskliydi. Aylarca yol gitmek, iklim koşullarına ve yolun bütün tehlikelerine karşı dayanmak yıpratıcıydı. Kervan ticareti sırasında başka sorunlar çıkabiliyordu. Tüccarların kervansaraylarda malları çalınabiliyor, mallarına el konulabiliyor, yollarını eşkıya kesebiliyordu. Eşkıya saldırıları özellikle 17. yüzyılda kervan ticareti için önemli bir sorun haline gelmişti. Osmanlı topraklarında 16. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan buhranların neden olduğu karışıklıklar (özellikle Celâli isyanları) köy ve şehir yaşamını olduğu gibi yol güvenliğini de etkilemişti. Bu dönemde silahlı büyük eşkıya çeteleri ortaya çıkmıştı. Bazen mültezimlerin de kervanları tehdit ettiği oluyordu. Bu gibi durumlarda tüccarın başvurabildiği tek seçenek asgari bir güvenlik sağlanamayan yollardan uzak durmaktı. Kervancılar Karac’oğlan gibi dünyayı umursamayan insanlar değildiler. Onların ipek yüklü, erzak yüklü, akçe yüklü kervanları vardı.
Dirilirler dirilirler gelirler
Huzuru mahşerde divan
dururlar
Harami var diye korku
verirler
Benim ipek yüklü
kervanım mı var
Halk anlatılarında kervan soymak bir kahramanlık ve bir cesaret işi olarak görülür ve bunu becerenler çevreye nam salarlardı. Köroğlu, Bolu Dağları’ndaki ününü bir anlamda kervanları soymakla kazanmıştır. Dede Korkut Hikâyelerindeki figürlerden Bay Püreoğlu, yurtlarına gelen bir kervanı soyguncuların elinden almakla “Bamsı Beyrek” olmuştur. Kervanlar altın ve gümüşün aktığı nehirler gibi zenginlik alametidir. Kervanlar Ali Baba ile Kırk Haramilerdeki zenginliğin kaynağıdır. Develerle yapılan kervan yolculuğu masallara konu olduğu gibi yeni olayların da habercisidir.
Kervanlar, tasavvufta ahiret yoluna doğru çıkılmış göç kafilesi olarak görülürdü. Bu meteforda kervancı peygamber veya şeyhtir. Ondan ayrılmak yoldan ve dinden çıkmaktır. Kervancılık, Suriye’ye ticarete giden Hz. Muhammed’in mesleği ve Hz. Yusuf’u kuyudan kurtarmasıyla üç semavi dince kurtuluşun sembolüdür. Bu yüzden çok sevilen bir Yunus şiirinde hayat bir kervan kafilesi gibi görülür:
Ah nice bir uyursun,
uyanmaz mısın
Göçtü kervan,
kaldık dağlar başında
Çağrışır tellallar
inanmaz mısın
Göçtü kervan,
kaldık dağlar başında
Doğu Anadolu’nun kervanları için gidilen en önemli pazarlardan biri Revan’dı. Bir yılın emeği olan mahsulü bir kervana katılarak Revan pazarına götürmek en önemli kazanç alanlarından biriydi. Tarlasının, bahçesinin mahsulünü satmak için bütün yol tehlikelerini göze alarak yola düşmek bölge insanının kaderiydi. Bölgenin merkezi olan Erzurum’da denklerini tamam eden kervanlar düşerdi yollara. Yol gurbet demekti. Türk tarihin kadim zamanlarından beri yoldaydı ve bu yüzden “Türk için beşikten ötesi gurbet” denmişti. Gurbet ve ayrılık hüznümüzü beslemiş asırlarca ve gurbet bizi yaktıkça biz de türkü yakmışız. 'Gitti gelmez' yakarışlarıyla yüreği yanan anaların, sevda değil bir alamet diyen yavukluların ve dahi beşikte yetim kalmış bebelerin yakarışları ezgi olmuş da dolmuş sinelere.
Ezgi dediğin bu toprakta hüzne batmış gözyaşıdır, yürek yanıklığıdır, can acısıdır. Gurbet acısıyla yüreğini dağlamamış kaç ferdi var ki bu milletin. Gurbete çıkmayanlarda gurbeti içlerinde bilmişler bu yüzden. Ya ekmek kavgası için yollarına düşülmüş gurbetin ya vatan ve namus uğruna seferberliğe çıkılmış. Nice seferden kara haber gelmiş, nice kervan götürdüğünü getirmemiş. Her kara haber, her gidip de gelmeyen yanık bir ezgiye söz olup karışmış sonsuzluk kervanına…
Kırmızı gül demet demet
Sevda değil, bir alamet
Gitti gelmez ol muhannet,
Şol Revan'da balam kaldı.
Yavrum kaldı, Balam nenni.
Nenni ya? Nenni ki hem de ne nenni. Balaya nenni, yavruya nenni. Yaşı kırkı aşsa da anaların gözünde hala “nennilik bala”dır evlatları.
Ama bu ezgide gönül yangınının kokusu var. Belli gök ekini biçmiş gene ecelin orağı. Belli ki ecel kuşunun demir pençesi gene bir sineye saplamış cırnağını. Belli ki gene bir ananın yüreği yanmış. Çeyizinin nakışları gözyaşına batmış bir tazenin. İyi de ya Revan? Revan neresi?
Tarihini bilmeyenin coğrafyasının sınırlarını başkaları belirler. Sen yurdunun sınırlarını haritalarda mı ararsın? Yanılırsın. Senin yurdunun sınırların türkülerin çizmiştir.
Türkü ki “Diyarbakır etrafında dağlar var” demektedir, Diyarbakır senindir.
Türkü ki “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” demektedir, Urfa senindir.
Türkü ki “Kerkük’ün kal’asıyam” demektedir Kerkük senindir.
Türkü ki “akma Tuna” demektedir, Tuna serhaddıdır vatanın da ondan söylemektedir
Türküler ki Bağdat demektedir. Halep demektedir.
Üsküp demektedir. Türküler çizmektedir sınırlarımızı ezgileriyle.
Haritalara aldanma gönül. Cetvelle çizilmiş haritalar çağın en büyük yalancıları.
Evet, Revan neresi? Revan, bugünkü adıyla Erivan, yani günümüzdeki Ermenistan'ın başkenti... 1850’li yıllara kadar yirmiyi aşkın camisiyle, kapalı çarşısıyla, nüfusunun yüzde yetmişe varan çoğunluğuyla Türk kokan şehir. Şimdiyse bir tek Türk yaşamamakta ve bir tek cami kalmamış ayakta. Türkümüze konu olan olayın geçtiği zaman ise, büyük olasılıkla 17. yüzyıl civarı...
Neden derseniz, Revan Selçukludan beri Türk yurdudur. 15. asırdan itibaren de Osmanlının en önemli ticaret merkezlerinden biri. Bir ara başka bir Türk devletinin, Safevilerin eline geçmiş. Yıl 1635. Dördüncü Murat iki yüz elli bin kişilik bir orduyla Revan’a sefer düzenlemiş. Sekiz ay, yirmi dokuz günlük kuşatma sonunda, Revan yeniden Osmanlı topraklarına katılmış. Eskisi gibi kervanlar gider gelir olmuş. Mal götürüp, mal getirmişler...
Kervanlar ki onlar bazen hasret taşımışlar bazen kara haber. Eşkıyanın, düşmanın, yırtıcı hayvanın, hastalığın pençesinde nice can bırakmış kervanlar. Götürmüş de her götürdüğünü getirmemiş kervanlar. İşte, Mehmet de gidip gelen kervancılardan birisi... Hani türkümüzde gitti gelmez denilen muhannet.
Mehmet de Mehmet hani... Karayağız bir delikanlı... Anasının da tek 'balası'... Bir ata binişi var, bir cirit atışı var, bir bar tutuşu var ki, anlatma ya kelimeler yetmiyor. Bileği de yüreği de yiğit Mehmet’in. Mihnetsiz ekip biçiyor toprağını, yetiştirdiği ürünü kervana katıp, Revan'da satıyor. Taşı tutsa, suyunu çıkaracak kadar güçlü.
Bir anası bir de yavuklusu var Mehmet’in. Bir de çocukluğundan beri bir gün bile aksatmadığı bir alışkanlığı… Her akşam tarla dönüşü, bahçeden iki demet gül deriyor Mehmet. Biri anasına, biri yavuklusuna. Anayla oğul arasında bir simge gibi kırmızı gül demeti... Sevgi simgesi, saygı simgesi.
Gülleri evinin duvarına asıp kurutuyor ana... Onlarda oğul kokusu var çünkü. Hele Mehmet kervandaysa. Gözü gönlü kırmızı gülün kurumuş demetinde ananın. Rüyaları hep Mehmet’in üstüne... Revan yollarına bakıp kalmakta her akşam. Dualar göndermekte gurbetteki balasına.
Her şey yolundadır. Başta devlet vardır çok şükür. Toprak emeklerini zayi etmemektedir, hamdolsun. Bir ayrılık var Revan seferlerinde boyunlarını büken onu da özlem biriktirmek saymadalar. Ama son seferde yüreği buruktur ananın. Gerçi devlet hâkimdir dağa taşa. Düşman korkusu, eşkıya endişesi yoktur ya, yol bu… Hastalığı sağlığı var... Karı var, ayazı var. Bir de salgın hastalık söylentisi yayılmış. Veba diye bir hastalık kırıp geçiriyormuş ortalığı Revan’da. Veba ki Azrail’in sağ eli o yıllarda. Ecel kuşunun demirden cırnağı veba. Ölümün soğuk yüzü, gül bahçesinin vakitsiz güzü veba.
Vay ocağı batısı gurbet. Evi yıkılası ölüm. Anasının kuzusu Mehmet’i yakalayıvermiş yolda veba. Atının terkisinde iki demet gül. Ve anasıyla yavuklusuna aldığı elbiselik kumaşlar heybesinde. Ölüm bu. Pençesini saldığı yürekteki sevdaya, hasrete acır mı hiç… Acımaz.
Mehmet’e de acımamış ölüm. Anasını ve yavuklusunu sayıklayarak can vermiş Mehmet. Bir çalının dibine gömüşler. Söylenememiş sözleri, anasına, yavuklusuna biriktirdiği özlemleriyle birlikte koymuşlar kara toprağın bağrına taze ölüyü. Gençmiş, sevenleri varmış, anası ve yavuklusu yol gözlüyormuş… Ecel bu! Kimini sele, kimini yele verir. İki demet kırmızı gül atının terkisinde, sevgisinin ve özleminin yanık ezgileri soğumuş teninde. Artık bir çalıdır mezar taşı Mehmet'in.
Bir tek Mehmet değil vebaya teslim olan. Kervanın çoğu kırılmış. Sahipsiz mezarlar gurbet yanıklığında hasretlerin can kokan çiçekleri gibi gövermişler vatan üstünde. Kalanlar perişan. Utangaç. Yaşıyor olmaktan utanıyorlar sanki... Sanki ölenlerin sorumlusu ölmeyenlermiş gibi... Ağır ağır Erzurum'a giriyor kervan. Meraklı gözlerle karşılıyor kervanı gurbet yolu gözleyen gönüller.
Ana bir yanda, yavuklu bir yanda Mehmet’i arıyorlar Kervan’da. Mehmet görkemli delikanlı. Mehmet kervan tepeden görüldüğü an seçilir. Mehmet başçısıdır kervanın. Gözlerini siler ana. Gözlerini siler yavuklu. Mehmet görünmemektedir.
Yeşil alevli ateşler düşer iki buruk yüreğe. ''Oğlum, Memet'im nerede, birlikte çıktınız kervana, nerede kaldı'' diye hıçkırarak yapışır kervancının yakasına ana. Gel de cevap ver. De ki veba aldı Mehmet’i. De ki ecel aldı yer gizledi. Deki bir dağ başında bir çalının dibinde kaldı mezarı Mehmet’in. Bir anaya nasıl söylenir ki bu haber.
Derken atı gelir Mehmet’in. At da mahzundur. Emanetini yarı yolda bırakmış olmanın hüznüyle yanaşır anaya. Terkisinde iki demet gül vardır atın. Güller sevgi değil, saygı değil gayri arılık kokmaktadır. Ölümün kokusu sinmiştir güllere. Sesi soluğuna düğümlenir ananın. Gözyaşı kaynar su olur dökülür içine. Atın terkisinden bir demet gülü alır ana. Güç bela bir ah kurtulur göğsünden. Elinde bir demet gül, dilinde yanık bir ezgi. Düşer Revan yoluna.
Kırmızı gül demet demet
Sevda değil, bir alamet
Gitti gelmez ol muhannet,
Şol Revan'da balam kaldı,
Yavrum kaldı, Balam nenni,
Kırmızı gül her dem olmaz,
Yaralara merhem olmaz
Ol tabipten derman gelmez
Şol Revan'da balam kaldı,
Yavrum kaldı, Balam nenni.
Kırmızı gülün ezeli,
Sam vurur döker gezeli,
Karayağızın güzeli
Şol Revan'da balam kaldı,
Yavrum kaldı, Balam nenni.