GelişimErzurumYazı

BATI’DAN BAKARAK ELEŞTİREL BİR SEYAHAT TARİHİ

Hazza Koşan İmparator… Qou Vadis?
Boşluklarını titreşimli arzularla beslenmiş sökümsüz, sert çamurların birleştirdiği Roma’nın ilk seyahat güzergahları ve Yunan’a kadar uzayan Roma Bulvarları. Sözgelimi, Avrupa tarihinin ilk turistik güzergahı Via Appia yolları ve ara yerdeki 2000 kilometrelik bazalt döşeli namı diğer Napoli yolu. Devamında Roma’dan Atina’ya kadar uzanan tam 90.000 kilometre uzunluğundaki İmparatorluk güzergahı. İlk güzergah Delphoi, sonra Atina sonra Korinthos sonra Argos ve en son Sparta…

Yolculuğun ana güzergahında ilk uğrak olarak işaretlenen Delphoi bekleyedursun; ara güzergahın ilk durağı Roma ile Napoli arasında, oluklarında tarifi imkansız kirli şehvet buhurları fokurdayan hamamlarıyla meşhur ‘Baja’ köyüdür Batı’lı insanın gezerken gitmek istediği ilk yer. Birbiri ardına gelen kusma ayinleriyle kursaklarda açılan boş yerleri tıka basa dolduran istiridye ziyafetleri ve damarlara pompalanan adrenalin eşliğinde ‘orgy’ boyutlarındaki sakınımsız haz serenatlarıyla dört günlük yol yorgunluğunu geride bırakan ‘Roma’nın tanrısı’ ‘Olympos’un tanrılarına’ giderken bu yolu kullanmıştır. ‘Baja’daki bu hazdan kirlenmiş namlarıyla tarihe kazınan hamamlara eğlencenin ve şehvetin güdülediği bir hızla günde 200 - 250 kilometre yol kat ederek dört günde ulaşırmış Roma’nın efendileri. 20. yüzyılın seyahat araştırmacılarına göre ortaçağdaki mecburi içe kapanma dönemiyle kesintiye uğrayan Avrupa ilerlemesinin ancak 16. yüzyılda yakalayabileceği bir hızdır bu ve bu hızla yola koyulup Olympos’un debdebeli tanrılarıyla buluşmaya giden Roma’lı tanrı ile ‘Baja’nın hamamlarına koşan ilk emperyal Turist-Sezar aynı kişidir…

Bir İmparator alışkanlığı olarak başlayıp giderek imparatorluğun ikinci, üçüncü hatta dördüncü dereceden bütün efendilerinin ortak modası haline gelince ‘Baja’: Dünyanın Damı’ diye anılır olmuş. Zavallı Seneca; Babasının tembihiyle İspanya’dan yola çıkıp Roma’ya gelen ve İmparator Cladius tarafından Neron’un eğitimiyle görevlendirilen garip Stoacı ; her seyahat boyunca 1000 den fazla saltanat arabasıyla yola çıkan öğrencisinin bu akıl almaz ihtişam açlığını anlayabilse de; ikinci İmparatoriçe Poppaea Sabina’nın günlük süt banyosu için saltanat arabalarının yanı sıra sürüklenen 1000 den fazla eşeğe çektirilen zahmete katlanamamış olacak ki; intihara mahkum edilerek halledilmeden önce ‘Kızgınlık Üzerine’ düşünürken ‘Baja’dan yükselen şehvet dolu serenatlar karşısında kızgınlığının ilenmeye dökülmesine engel olamamış.

‘Nereye gittiğin değil,nasıl gittiğin önemlidir…’ diyesiymiş Seneca… Aynı soruyu aradan geçen çok uzun binyılların ardından o zamanlar üzerine bir roman kaleme alan H.Sienkiewitz tekrar ediyor; ‘Qou Vadis? / Nereye Gidiyorsun ?...’

Hospes Peşkirleri ve Çöküş
Bu arada arenalardan yükselen ve her gün bir eskisine bir yenisi eklenen Hıristiyan çığlıkları saltanat arabalarıyla çıkılan yolculukların tadını kaçırmaya başlamış giderek. Uzak yada yakın güzergahlarda hizmete hazır konuksever ‘hospes’lerin yumuşak peşkirleriyle tazelenmeye çalışılsa da iktidar da Roma’yı terk etmeye hazırlanmış yavaş yavaş. 5.yüzyılın ilk çeyreğine kadar sürüp giden bu serenat 4.yüzyılın sonundan 5.yüzyıla gelindiğinde iyice sökülüp çözülmeye yüz tutunca bir ucunda eğlenceye diğer ucunda iktidara tutunan seyahat terazisi de rafa kaldırılmaya, isimlerinden 16.yüzyıla miras kalan parçalardan ‘Hospital’ ve ‘Hotel’ kavramları üretilen ‘Hospes’lerde koskoca Roma tarihin kiriyle ağırlaşan peşkirleriyle birlikte unutulup gitmeye yüz tutmuşlar.

Şehvet yolundan Din yoluna
Artık moda kilisenin ‘Keşiş Haritası’ da denilen ve merkezine Kudüs’ün kazıldığı, denizle çevrili düz bir harita biçimindeki çember haritadır bundan böyle. Roma’nın ve Yunan’ın gezmeyi bırakarak birer ‘ev kuşu, koltuk bekçisi yada un eleyicisi’ne dönüşüp içe kapandığı bu zaman diliminde ilginç bir biçimde ve tam da aynı zamanlarda Antikçağ’ın yol haritası üzerinde Asya’nın keskin ve çizgili bir dille konuşan seyyahları ile ; İç Asya, Güney Asya ve Doğu Asya arasında seyahate çıkan Müslüman Arap seyyahlar da yürümeye başlayacaklardır bundan böyle.

Batı nezdinde zaman kilisenin zamanıdır artık ve bir zamanlar saltanat arabalarının yürütüldüğü yollarda kıl maşlahları içerisinde terleye terleye yol alan misyonerler ve hacılar dolaşacaktır. Bordeaux, Konstantinopolis, Kudüs ve Filistin bu yeni gezginlerin gözde şehirleri- uğraklarıdır artık.

Yeni din’in emrince yola çıkan bu pejmürde kalabalık sayesinde seyahat dinin hizmetine girecek ve Doğu’dan Batı’ya neşet etmiş bir dinden tersine bir yol elde edilerek Batı’dan Doğu’ya uzatılmış güzergah dahilinde Hıristiyanlık Antikçağla Ortaçağ arasında bir köprü oluştururken, Batı’nın gezmekten yorgun düştüğü yerden yola çıkarak yeni bir dünyanın keşfine doğru yol almakta Doğu’lu seyyahlara kalacaktır.

Turist Krallar, Seyyar İktidar ve Avrupa yollarda

12.yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde bir zamanlar putperest Roma’nın ‘Baja’ya giderken kullandığı bulvarlarda gezinen en soylu seyyahlar Avrupalı Gezgin Krallardır artık. Bir diğer deyişle ‘Gezgin İmparatorlar’ neredeyse Avrupa’ nın tamamına yakınında, Almanya, Fransa, İspanya, İngiltere ve İskandinav Ülkelerinin seyyar krallıkları, hükümleri altındaki toprakları gezerek hükmetmeye çıkmış gibidirler.

Batılı tarih yorumunun yerleşik saray alışkanlığının yokluğuna bağlamakla açıklamaya çalıştığı bu seyyar krallıkları, Hıristiyanlığın ‘tanrısıyla’ üleşerek edindiği Sezar hakkının bir başka kullanım biçimi olarak değerlendirmek gerekiyor. Hükmedilen her yere kral ayaklarıyla dokunmak ve hükmettiği herkesin gözünün içine baka baka geçip gitmek…

Sözgelimi 1157’de ; F.Barbarossa 1 yılda 2500 kilometre yol almış; I.Maksimilian 1500 belde gezmiş; IX.Louis ömrü yollarda geçen Fransız kralınsan hiç söz etmeye bile gerek yok. Peşleri sıra gelen tekmil saray erkanı, sayısız at, tahtırevan, binlerce çadır ,on binlerce yatak, goblen ve yemek takımları, sekreterya ordusu, seyyar tapınaklar, şapellerle gittikleri yerlere devasa kasırgalar gibi çöken bir kraliyet sürüsü.

Annalisto Saxo’nun vakanüvisi bu seyyar kralların uğradıkları beldelerde açmış oldukları bir günlük maliyet gediğini şöyle hesaplamış; 1000 Domuz, 1000 koyun, 10 araba dolusu şarap, 10 araba dolusu bira , 80 sığır; 1000 ölçek tahıl…

Geride bırakılan beldelerdeki ambarlar tamtakır, ellerindeki kral artıklarıyla ağırlaşmış peşkirlerle saray erkanını uğurlamaya çıkan aç tebaa, son araba sınırdan çıkar çıkmaz krallarının beldelerinden tekrar geçmemesi için kiliseye duaya koşarmış diyen yazıyor tarih. Tam 2 asır duaya yönelen ve para etmeyen dualardan bezgin bir serzenişle uyanan Avrupalı ortalama insan da işte bu seyyar krallardan öğrendiği alışkanlıkla kendini yola vuracaktır bundan böyle.

Krallıklar boyunca dolaşıp iş ve itibar arayan paralı askerlerden, guruplar halinde gezip dolaşan gezgin şarkıcılar ve trabudarlara, seyyar şairlerden işsiz keşişlere, kilise kaçkını firari papazlardan öğrencilere, gezgin çalgıcılara, sihirbazlara, hokkabazlara ve her şeyin sahtesini bulup buluşturan şarlatanlara, asker kaçaklarından firari kölelere, serseri ve soygunculara kadar bütün Avrupa bulaşık bir renk cümbüşü halinde kaptansız gemiler gibi uzak kıyılara doğru yola çıkacaktır.

Rönesans’a kadar sadece karmaşık bir amaçlar yığınının peşinde oraya buraya dağılmak üzere yurtlarından ayrılan Avrupalı seyyahların yerini 16.yüzyılı takiben prensler, soylular,müstakbel devlet adamları,diplomatlar ve aristokrasinin gençleri ile onların yanında lüzumsuz parazitler gibi yer alan saray dalkavukları alacaktır bir zaman sonra.

Hedef leri gelecekteki mesleklerine hazırlık olsun diye geleneksel bir Avrupa kültürü turu atmak olan bu nevzuhur yönetici güruhunu gittikleri yerlerde onlara hizmet vermek için bekleyen kartvizit sahibi ‘Cicerone : Çaçaron’lar, Perukacılar, Terziler, konaklama yerlerindeki ‘officia’ larında misafir bekleyen konuksever Ruffiani : Muhabbet Tellalları, Ayakçılar, Arabacılar…gibi hemen hepsi seyahatle nasiplenen birçok meslek erbabınca karşılayacak ve uğurlayacaktır artık.

Soylu üst tabakanın erkekleri geleneksel Avrupa turlarına devam ederken aynı tabakaya mensup Avrupalı kadınlar da boş durmayacak, Roma zamanından kalma Baden-Baden ve Weisbaden gibi kaplıca ve içmelerle Gastein, Karlsbad, Kissingen ve Pyrmont gibi yeni kaplıcalarda kendilerine özel keyif, haz ve rahatlama seansları geliştirmekte gecikmeyeceklerdir.

ivde yazıldığı üzere hemen her türden hastalığın tedavisi bahanesiyle yapılan rezervasyonlarla bütün Avrupa ülkelerinden gelerek bu özel merkezlerde ağırlanan Avrupalı hanımlar geriye dönerken hizmetçilerine, çocuklarına, yakınlarına ve arkadaşlarına aldıkları hediyeler yanında kocalarına da ‘bir çift güzel boynuz’ götürürlermiş.

Oryantalist bakışın Doğu’nun hamamlarına bakarken söylediği ütopyacı egzotizmin kaynağını 16 yüzyıl Avrupa’sının kaplıcalarında, içmelerinde aramak en doğru yol olsa gerek…

Yola çıkmak, sefere çıkmak, keşfetmek ve el koymak
Alman tarihçi ve seyahatbilimcisi W.Löschburg; her ne kadar evrenselleştimeye çalışsa da kendi Batılı evrenlerindeki seyahat algısının ‘…İlk başlarda savaşa hazırlanmak anlamına gelen ‘reisen (alm.) : seyahat etmek , sefere çıkmak’ fiiliyle anıldığını söylerken zaman içerisinde tüm yolculukların ve gezilerin bu fiille anılmaya başladığını belirtiyor.

Löschburg’un seyahate bir kültür tarihi eklemek amacıyla dile getirdiği kuvveden fiile geçişteki bu ‘sefere çıkma’ vurgusunu Batı’nın tarihsel serüveni içerisinde tam da böyle anlaşılmış ve böylece sonuçlanmış : sefere yada savaşa çıkar gibi tasarlanmış, daha geniş ve daha derin bir seyahat olgusu ile birlikte düşünmek hiçte şaşırtıcı olmasa gerek…

Bu kuvveden fiile geçmiş ‘sefere çıkmaya yazgılı’ Batılı gezginliğin tarihini ‘…ulaşılabilen her yer ulaşanın malı sayılacaktır…’ kanunu ile tarihe geçen ‘Vestfalya’ arsızlığına kadar hatta ondan da geriye ‘Haçlı Seferleri’ne dek geriye götürmek bile mümkündür.

Haçlı seferlerinde büyük Bu kuvveden fiile geçmiş ‘sefere çıkmaya yazgılı’ Batılı gezginliğin tarihini ‘…ulaşılabilen her yer ulaşanın malı sayılacaktır…’ yeminlerle hep birlikte yola çıkıp umduğunu bulamayan Batı’lı insan geriye dönüşünde Doğu’da bulamadığını kendinde aramış,kadim yağmacılık dürtülerini birbirine karşı sefere çıkarak gidermeye çalışmış ve ‘Vestfalya’ da sınıra dayanan bu kendi kendini yağmalama girişiminden ortaklaşa bir karar sonucunda vazgeçerek daha karlı bir yol(culuk) keşfetmiştir.

‘Vestfalya’dan sonra Batı’nın üleştirilmiş sofrasında her milletin kendi uhdesindeki bir hak olarak dünya Batılı ülkeler arasında doğmamış çocuğa don biçilircesine pay edilmiştir. Artık yolculuğa-sefere-savaşa çıkan hangi millet olursa olsun, yolculuğun-seferin-savaşın sonunda ulaşılacak-elde edilecek her yer, yola-sefere-savaşa çıkanın hakkı olarak garanti altına alınmıştır. Bundan böyle keşfedilmek,sahiplenilmek ve yağmalanmak üzere dünya daha bilinmeyen yerleriyle bile Batı’lı insanın adımlarına adanacaktır… 1492’de Beni Ahmeroğulları’ndan Endülüs’ün anahtarlarını aldıktan sonra Kastilyalı Katolik Krallarca sırtı tapışlanarak Ringa denizi –Pasifik-in öte yakasına seyahatle görevlendirilen Don Christobal Colon – Christopher Colombus’ta seyahatten böylesi bir sefer anlamı çıkarmış olacak ki; gerçekten de sefere çıkılır gibi çıkılan bir yolculuğun sonunda hem eskitilmiş dünyalarına tuhaf renkler kazandıracak yeni bir dünya keşfetmiş hem de daha baştan hesaplanmış bir savaşın kapılarını açmıştır.

Bir seyahat sonucunda ulaşılmıştır Amerika’ya ve bu yönüyle Amerika bulmak için yola çıkanların muhakkak bulacakları bir yolculuktan sonra buldukları yere yabanarıları gibi üşüşmeleri sonucunda elde edilmiş bir ‘buluntu vatan’ daha da ötesi ‘tanrı’nın cennetsi dükkanı’ konumuna çıkarılmıştır.

15 Mart 1493’te buldukları yeni dünyanın canlı ve parıltılı ispatlarıyla Palos Limanına demirleyen Colombus ; azgın iştahlarını törpülemeye duran Katolik Krallara ispat olsun diye getirdiği yerli köleler, papağanlar, altın ve inci yığınlarıyla beraber bir de tembih hediye etmiştir Batı’lın krallara;

‘Bunlardan sadık ve akıllı hizmetkârlar olacağını söyleyebilirim. Çünkü söylediğim her şeyi kısa sürede anlayıp tekrar edebiliyorlar… Bundan başka Hıristiyanlığa da kolayca geçebileceklerini düşünüyorum, çünkü görünüşe bakılırsa bir dinleri yok bunların…

Bu hem yerli hem de dinsiz bal arılarının karşısındaki , inanmış eşekarıları şek ve şüphe ile dolu bir inançla malül olsalar da kısa süre sonra istedikleri gibi konuşturdukları bir ‘tanrı’nın hizmetinde dinsiz yerli arılara acı bir din hediye etmeye girişeceklerdir.

‘Wasp : White, Anglosaxon, Protestant : Beyaz,Anglosakson ve Protestan’ neredeyse her dilde kendine yer bulan bir Amerikan Ezberi olacaktır bundan böyle. Yurtlarından uzakta yurt tutan (yaban)arılarıdır onlar artık. Değilmi ki, ‘Wasp (İng.) Yabanarısı, Eşekarısı öykünüldüğü kadar da ezber bozan bir dil oyunudur artık. Kovandaki (yerli)arılar itilip kakılarak kovalanınca,- yerlerine geçen yabanarılarının dünyanın damağında bıraktıkları şey de yabani bir bal tadı olacaktır. Belki de bu yüzden Amerika : (tanrı) nın Cennetsi Dükkanında Dünyaya yapılan eşek şakasıdır.

Kendinden kaçıp Kendini Bulmak…

Yolculuğa dair Batılı düşünce toplamının siyasetten ticarete, edebiyattan coğrafyaya kadar genişleyen bütünlüğü içerisindeki en anlamlı sözler belki de Avrupa’nın en fazla yolculuğa çıkmış düşünürü A. Camüs’nün sözleridir…

Camüs’ye kadar çoğunlukla egzotik, lirik, kişisel ya da akademik bir ezoteriyle ele alınan gezip dolaşmak eylemi onun sözleriyle daha derin bir anlam kazanmış ve Batılı bireyden Batılı topluma kadar genişletilebilecek bir alan üzerinde yolculuğun hemen her türden arayışlarla güdülenen bir bulma girişimiyle şekillendiği açık edilmiştir. ‘ Aynı zamanda yüksek ve ciddi bir bilim de olan yolculuk bizi kendimize geri getirir…’ demiştir Camüs.

Kendinden başka bir yere giden bir varlık olarak kendini geri getirmek üzere girişilen ciddi ve yüksek bir bilim olarak yolculuktan kendini bulmak yolundaki Batılı yolculuğa bir yolculuk.

Yakın zamana kadar Londra’da, Paris’te, Newyork’ta, Moskova’da kaybettiği varlığını Kâbil’de, Bağdat’ta, Grozni’de, Tahran’da, Şam’da arayan Batı.
Herkes doğru bildiği bir yerlere yürüyor ve Seneca’nın ilenişini yazıya döken H.Sienkiewitz’in sorusu hala anlamlı bir cevap bekliyor… Qou Vadis?…

Şahin TORUN