GelişimErzurumYazı

KADİM TÜRK DEVLETİ'NİN GÖRÜNMEZ KAHRAMANI MEBRUKE HANIM

İngiliz Gizli Servisi’nin kaynayan kazan haline gelen Ortadoğu’ya gönderdiği çoğu İrlandalı olan ajanlar, Kahire’deki Britanya Yüksek Konseyi’nin merkez binasında, dönemin en önemli toplantısını yapıyordu.
“Doğu İşleri” uzmanı Roland Stors, çığırından çıkan Arap hareketlerinden ve Alman karşı casusluk örgütlerinin eylemlerinden bıkmıştı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi dert olmaya başlayan Teşkilat-ı Mahsusa en seçkin üyelerini bu İslam topraklarına göndermişti. Özellikle İngiliz ağırlığı hissedilen Hindistan ve Mısır gibi ülkelerde yoğun biçimde Britanya karşı politika güdülüyordu.
Ortaya konan sadece politika değildi. Gün gün artan silahlı eylemler sadece Stors için değil, Londra’dakiler için de dikkat çekici hale gelmişti. Tüm çabalara rağmen Osmanlı Özel Güvenlik Birliği “Teşkilat-ı Mahsusa” Ortadoğu’da cirit atıyordu..
Britanya Yüksek Konseyi’nin Kahire’deki toplantısı işte bu görünüş altında daha bir önem kazanmıştı. Toplantı, sıradan bir ajanlar toplantısı değildi..
Şam’daki Fransa Konsolosluğunun Teşkilat-ı Mahsusa gerillaları tarafından basılması ve son derece önemli bazı belgelerin kaçırılması, Fransızlardan çok İngilizleri tedirgin etmişti. Çünkü belgelerde Batı tarafından satın alınan ve desteklenen Osmanlı parlamenterlerinden, toprak ağalarına kadar işbirlikçilerin isimleri vardı. Daha da önemlisi bu işbirlikçilerin hangi ajanlarla işbirliği halinde olduğu da bu belgelerde yer alıyordu..

Birinci Dünya Savaşı öncesi Alman politikasına karşı Ortadoğu’da ortak olarak geliştirilen İngiliz-Fransız politikası, istihbarat işbirliğini de gerekli kılmıştı. Bu nedenle Fransa’nın Şam Konsolosluğu baskınından İngiltere’nin soyutlanması mümkün değildi..

Ronald Stors, “Bu nedenle,” dedi, “Öncelikle köstebeği istiyorum.. Sonra da o üç Osmanlı fedaisinin kim olduğunu..”

Intelligence Service’in elemanları arasında kimler yoktu ki? Karşı Casusluk bölümünün usta ismi Aubrey Hubert, Propaganda Şefi Wooley, Çöl Casusluk Birimleri sorumlusu Newcomb, şirketin Kahire Şefi Gilbert Clayton ve mesleğinde henüz pişmeye başlayan Lawrence..

İngilizler bu toplantının ardından Şam olayını çözeceklerdi. Adı çok duyulan ama ortalıkta hiç görünmeyen Lawrence, köstebeğin bir Fransız diplomatı olduğunu öğrenmişti. Aslen Mısırlı olan Hüseyin El-Riyad adlı Teşkilat-ı Mahsusa ajanı, bir kadın aracılığıyla güvenlik görevlisini elde etmiş ve konsolosun İstanbul’a maiyeti ile hareket ettiği gece, baskını yapmıştı..

Eylemi gerçekleştirenlerden birinin kadın olma ihtimali fazlaydı. Çünkü bombayla patlatılıp açılan kasanın uzağında bir tutam kadın saçı bulunmuştu. Bulunan kanlı saçın eylemci bir kadına ait olabilece- ğ i üzerinde duran ajanlar, başta Hüseyin El-Riyad olmak üzere tüm fedailerin kimliklerini saptamışlar fakat kadın gerillaya ait fazla bir ipucu bulamamışlardı..

Hüseyin El-Riyad idama mahkum edilmeden önce tüm belgeleri, işte İngilizlerin bir türlü kim olduğunu saptayamadığı bu kadın gerillaya teslim etmişti. Kadın, yani bilinen adıyla Mebruke Hanım, diğer üç eylemci ile tüm belgeleri Teşkilat-ı Mahsusa’ya verecekti..

Mebruke Hanım’ın ele geçirilmesi ve dolayısıyla belgelerin Osmanlıların eline geçmemesi için görevlendirilen Lawrence, Şam, Beyrut ve Kahire gibi Ortadoğu merkezlerindeki tüm Arap ajanların yardımlarına rağmen Mebruke Hanım’ı elden kaçırmıştı. Kuş uçmuş, Lawrence büyük bir yenilgi almıştı..

İntelligence Service’in üzüntüsü boşuna değildi. Beyrut’taki Amerikan Koleji tarafından aylığa bağlanmış Osmanlı milletvekilleri arasında İngilizler için çalışan ajanlar da vardı. 1909'da Arap Yarımadası’nda başlayan ateş, İttihat ve Terakki için pek çabuk söndürülecek türden değildi. Hele Balkan bozgunundan sonra durum, daha da içinden çıkılmaz bir hale gelecekti.
Her ne kadar geç kalınmış olunmasına ve Arap özgürlük hareketlerinin yarımadayı tümüyle sarmış bulunmasına rağmen Teşkilat-ı Mahsusa faaliyetini istekle sürdürüyordu. İşte Şam baskınına ve oradaki belgelere bundan ihtiyaç duyulmuştu. Bu belgelerin ışığı altında örgütün “Arap Masası” dehşete düşülecek bir sonuca ulaşacaktı. İstanbul’da bir ihtilal örgütü vardı : El Eha-ül Arabi…
Kurucuları ise Fransa’da edebiyat öğrenimi yapmış, Şam milletvekili Şefik El Müeyyet ile Nedret-ül Madran’dı. (Madran daha sonra Suriye Başbakanı olacak). Meşrutiyet’in sağladığı özgürlükten alabildiğine yararlanan Arap milletvekillerinin örgüt merkezi Büyükada Nizam’daki bir köşktü. İlginçtir, bu köşkü kiraya veren kişi, aynı zamanda bir iş adamı olan Rum milletvekili Kozmidi Efendi idi..
Şimdi biraz düşünmek gerekiyor.. El Eha-ül Arabi’nin birinci kurucusu Şam milletvekili.. Diğer kurucunun kardeşi ise Hatay sorunu sırasında Suriye’nin başbakanlığını yapan kimse.. Örgüte yönetim merkezini tahsis eden, azınlığın İstanbul mebusu.. Anlaşılıyor ki, Arap ateşi söndürülmesi mümkün olmayacak boyutlara gelmiştir..
Ateşin bacayı ne denli sardığı ikinci baskında daha bir anlaşılacaktı. İlk baskından kurtarılan bazı dokümanlar, bu kez Fransızların konsolosluk deposuna kaldırılmıştı. Teşkilat-ı Mahsusa lideri Eşref Sencer, yeni bir baskın için Cemal Paşa’nın desteğini isteyecek ve Lawrence’in peşinden koştuğu ama bir türlü tuzağa düşüremediği o meçhul kadın, “şirket”i yine zor duruma düşürecekti..
Mebruke Hanım ; Ali Münif Bey, Sadık Bey, Yusuf Bey (Setvan) gibi, aklı da silahı da eyleme dönük, örgütün üst düzey kişileriyle temasta idi.. Bir bölüm üye Sadık ve Yusuf Bey ile Trablusgarp’a çıkacak, bir kısmı da Süleyman Askeri’nin yanında çöllerde mevzilenecekti. Sami (Çölgeçen) Bey’in yanında Afrika’ya çıkanlar, hatta Hindistan, Pakistan ve Endonezya’ya Teşkilat-ı Mahsusa’yı götürenler de vardı..
Mebruke Hanım ikinci eylemine yaralı olmasına rağmen katılmıştı. İngiliz Gizli Servisinin eylemlerde bir kadının yer aldığına dair yaptığı tespitler doğruydu. Fransız güvenliği Mebruke Hanım ile beş fedainin silahlı baskınına karşı duramadı.. Veya durmadı.. Çünkü Fransızlar her ne kadar Alman yayılmacılığına karşı İngilizler ile beraber görünüyorsa da Arap topraklarında Britanya’nın sömürgeciliğini de istemiyorlardı..
İngiltere’nin Osmanlılarla çatışmasından Fransa’nın göreceği bir zarar olmayabilirdi. Hatta zaman zaman Şam’daki Fransa Konsolosluğunun Teşkilat-ı Mahsusa gerillaları tarafından basılması ve son derece önemli bazı belgelerin kaçırılması, Fransızlardan çok İngilizleri tedirgin etmişti. Çünkü belgelerde Batı tarafından satın alınan ve desteklenen Osmanlı parlamenterlerinden, toprak ağalarına kadar işbirlikçilerin isimleri vardı. Daha da önemlisi bu işbirlikçilerin hangi ajanlarla işbirliği halinde olduğu da bu belgelerde yer alıyordu..

Osmanlıların güç kazanması ve İngilizlerin Arap politikalarında zayıf düşmesi Fransız siyaseti için uygun bulunuyordu.. Bu nedenle İngilizler Teşkilat-ı Mahsusa’cıları Fransızlara bırakmamak niyetinde idiler… Ama bunu nasıl başaracaklardı?..
Eldeki belgelere göre Suriye ve Lübnan, Fransız mandası istiyordu. Hicaz ise İngiltere’ye gönüllüydü. Irak, özerk olmak kaydıyla Osmanlı yönetiminde kalabilirdi. Mısır zaten ipleri koparmıştı. İngiltere ise Arabistan topraklarından geçen ve kutsal yerlere uzanan, Almanlara ait demiryolu projesini yok etmek ve böylece hem onları, hem de Osmanlıları Araplara vurdurmak istiyordu. Bunun için de Fransa’nın Lübnan ve Suriye’deki rahatını kaçırmak gerekiyordu. O zaman ne yapılmalıydı ?..
Intelligence Service birinci şart olarak “Araplaşmak” gereğine inanıyordu. Arapça ve Farsça dillerine vakıf, özellikle Osmanlı kökenli kişilerin ajan olarak kullanılmaları kadar, son derece profesyonel İngiliz ajanlarının da rahat provokasyon yapmaları, sabotajlara girişmeleri gerekiyordu.
Özetle Mebruke Hanım ve grubunun yaptığından çok daha fazlası yapılmalıydı. Seçilen birinci isim tabii ki Lawrence olacaktı. İkincisi de ilim irfan görmüş bir kadındı : Gertrude Bell…
Mebruke Hanım’ın ortadan kalkmasından çok, Osmanlı varlığına yönelik zayıflatma stratejisi akla daha yatkın gelmişti. Osmanlı’nın Arap topraklarından çıkarılması ile zaten Mebruke Hanım, Süleyman Askeri ve diğer eylemciler de silinip gidecekti…

İsimsiz