IV. BÖLÜM
ERZURUM VE İŞGAL EDİLEN MEVZİLERİN BOŞALTILMASI
Bu vaziyette, bir önceki bölümün başında zikredilen, Erzurum ve yöresinin teslime hazırlanması ile ilgili tebliği; ve birkaç gün sonra, tam olarak 27 Ağustos’ta, 25 Ağustos’ta birliklerimizin Batum’a nihai girişi vesilesiyle, Erzurum şehrinin ve bölgenin Osmanlı makamlarına devriyle ilgili bir başka tebliğ aldım. 1 1 pud = 16,3 kg *E-mail: kuskay@gmail.com Eşit idari görevlerde hizmetimizde bulunan tüm Türk vatandaşları, meclis ve zaptiye üyeleri, 16 Eylül’e kadar, yani yaklaşan işten çıkarılmalarından birkaç gün sonrasına kadar onları parasal bir ödenekle tatmin edilmelerine izin verildi, böylece bizim açımızdan eksik ödeme yerine fazla ödeme yapıldı. Türkiye’ye geçen köylerden aşar toplamanın derhal durdurulması emredildi. Erzurum, Hasankale, Horasan’da, levazım ambarlarının depolarına toplamda 100.000 pud1 saman toplamayı başardık ve bunları birliklerin kullanımı için serbest bırakmaya başladık; diğer ürünler, yani tahıl henüz alınmadı. Horasan’dan gelen samanların bir kısmı Karaurgan’daki en yakın depomuza nakledildi; kullanılmayan geri kalanının Türk makamlarına ücretsiz olarak teslim edilmesi emredildi.
Birliklerimizin Erzurum yakınlarından ilerleyişleri için bana verilen takvime göre, ilk kademe 1 Eylül’de, Dr.Sıtkı Yılmaz KUŞKAY* ERZURUM ASKERİ GENEL VALİSİ SERGEY MİHAİLOVİÇ DUHOVSKY’NİN ANILARI - 4 (SON) RUSLAR’IN 1878 ERZURUM İŞGALİ 34 GELİŞİM ERZURUM son kademe 7 Eylül’de yola çıkacaktı. Posta istasyonlarına son kademenin geçişiyle çıkmak ve Erzurum’a giden telgraf hattını ise geçici olarak muhafaza etmek emri verildi ve Erzurum’da (geçici olarak) memur sayısı azaltılmış bir istasyon bırakılarak ara istasyonlar (Hasankale, Zars (Horasan-Dalbaşı köyü), Zivin) kaldırıldı. Hükümetimizin Batum hattını satın aldığı gibi, saha telgrafhanesi başkanından beni Türklere bizim hattımızı satın almalarını teklif etmeye davet eden bir mesaj aldım. Türk telgraf dairesi başkanı, savaştan önce Kars-Gümrü hattı olmadığı için Erzurum’la Kars arasında uluslararası bir iletişim olup olmayacağının hala bilinmediğini söyleyerek bana itiraz etti; Olsa muhtemelen Oltu’ya gideceğini, çünkü kışın Soğanlık üzerinden iyi bir nizamda muhafaza etmenin inanılmaz emek gerektirdiğini ve her halükârda alelacele, kışın inşa edilen, askeri hattımızın malzemelerinin çok az değerli olduğunu bildiğini [söyledi]. Bununla birlikte, İstanbul yetkililerine ilgili bir talepte bulundu, fakat bizim Erzurum’dan ayrıldığımız güne kadar yanıt alamadı.
Emrimde olan, çoğunlukla yerlilerden olmak üzere yerel polis teşkilatı için tüm bölge şeflerinin komutasındaki ekiplere ayrılmış düzensiz süvari bölüğün 16 Eylül’e kadar bırakılması emredildi. Savaşın yeniden başlaması durumu [göz önüne alınarak] avcılardan oluşturulan bu bölük barış zamanı yük olmaktaydı; binicilerin öfkelerini defalarca yatıştırmak zorunda kalınmıştı ve polis gözetimi konusunda neredeyse hiçbir işe yaramıyordu. İlk emrim, askeri mallarının depolarını Türklere devretmek oldu. Neredeyse 40 yerde depolar vardı: dört büyük ve 33 küçük barut mahzeninde milyonlarca farklı sistemli mermiler, varillerde çok miktarda barut, dolu ve boş şarjörler saklanılıyordu; birkaç şehir deposunda, 135 topla birlikte çok değerli emlak oluşturan binlerce tüfek, keskin silahlar, topçu malzemeleri ve benzeri çeşitli şeyler vardı ve bunların savaşın yeniden başlaması durumunda imhası Türkler için çok hassas bir durum olurdu. Depoların iadesi birkaç gün içinde gerçekleşti: bizzat Erzurum›da bulunan Türk subaylarından oluşan bir komisyon tarafından teslim alındı; çoğunlukla sadece mühürlerin bütünlüğü kontrol edildi ve nöbetçilerimizin yerini Türkler aldı.
Burada Tiflis’ten daha fazla olan hükümet binaları ve kale istihkamları bizim tarafımızdan hiç kabul edilmedi: Erzurum’dan ayrıldıklarında Türkler onları terk etti, birçok yerde şömineleri, bacaları, kapıları, pencere çerçevelerini ve hatta döşemeleri kırdı. Şimdi neredeyse aynı durumdaydılar, ama hastalarımızın yerleştirildiği bazı yerler dezenfekte edildi, badanalandı ve mükemmel bir şekilde düzeltildi. Elbette bu sonuncusunun Türklere hediye olarak bırakılması gerekti. Şehrin ve bölgenin devri prosedürü hakkında vilayete emir verirken, yeni sınırın ayrıntılarını belirtmekte biraz zorlandım. Örneğin, Berlin Antlaşması’na göre Micingert köyü ile Kösedağ arasında sınır düz bir çizgide gitmeli; ancak düz bir çizgi köyleri ve topraklarını ikiye böler. Mümkün olduğu kadar uygun yaklaşık sınırı şu şekilde belirtmem gerekti: Çoruh’ta (Türkiye’nin gerisinde kalan) Kelik köyünden, bir yanda Tortum çayı ile diğer yanda Oltuçay arasındaki su havzası sırtı boyunca, Sivri-Dağ sırtına kadar, sonra bu sırt boyunca doğuya Neriman(- Narman) köyüne; sonra Penekçay ve Bardızçay nehirleri boyunca Karaurgan köyüne; ayrıca Bardız, Yeniköy ve Karaurgan köyleri topraklarıyla birlikte bizde kalıyor. Devamında, düz Kösedağ’a doğru yöne bağlı kalarak [sınır çiziliyor]. Ayrıca, özel komisyonlar tarafından sınırın nihai gösterilmesine kadar, uç köylerimiz olarak şunlar kabul edilir: Aras’ın sol sahilinde – Micingert, sağ sahilinde ise, Pirveli nehri havzası boyunca yerleşen köyler, yani: Pirveli, Arpaçay, Mağaracık ve Karakilise. Böylece Erzurum ve Hasankale ilçeleri tamamen OCAK 2023 35 Türkiye’ye geçmiş, Horasan ve Oltu ilçeleri iki kısma bölünmüştür. Yönetimlerinin iki eyalete bölündüğü günlerde bu bölgelerin meclis üyelerini, zaptiyelerini ve müdürlerini görmek garipti.
Müşir İsmail Paşa, şehri ve bölgeyi teslim almak üzere Erzurum’a şahıs ve birliklerin sevk edilmesi hususunda benden 28 Ağustos tarihli bir telgraf aldığında, henüz Babıali’den gerekli emirleri almamıştı; yine de hemen ertesi gün, ayın 29’unda, bu konudaki tüm emirlerin kendilerine verildiğini söyledi.
Rus makamlarının temsilcileri olmadan bir saat bile Erzurum’dan ayrılmamam gerektiği bana önceden bildirildi. Savaştan sonra burada bir başkonsolos olması önerildiği ortaya çıktı, o gelene kadar ofisimden birkaç rütbeli ile bölgeyi ve bölge sakinlerini iyi incelemiş, Erzurum Polis Müdürümüz Binbaşı Kamsarakan’a bu görevde kalmasına izin verildi. Rusların Erzurum’dan gideceği haberi, yerel Ermenileri umutsuzluğa sürükledi. Türklerin geri dönme olasılığına ancak tümen revirimizin hasta arabalarını ve tüm revir mallarını şehrin içinden geçtiğini görünce inanmaya başladılar; ama inandıktan sonra ruhtan düştüler. Müslümanlar ise tam tersine son günlerde Müslümanların zafer ve intikam zamanının yaklaşmasıyla Ermenileri sürekli gizlice korkutarak gözdağı verdiler. Bir yanda korku, diğer yanda tutku o kadar büyüdü ki, önemsiz bir kaza genel bir endişeye neden olabilirdi.
30 Ağustos’ta, İmparator’un ad gününde, Rus kampının önünde, bir dua ayininden sonra askeri birliklerin komutanı Korgeneral Şeremetyev tarafından genel bir geçit töreni yapıldı ve ardından o gün alay bayramını kutlayan 154. Derbent Piyade Alayı’nda gala yemeği verildi. Resmi geçide ve gala yemeğine şehrin en şereflileri davet edildi. Hem resmi geçitte hem de yemekte gördükleri pek çok şey onları ikna etti ve Rusların gidişinin geri dönülmez bir gerçek olduğu onlar aracılığıyla şehrin her yerine yayıldı.
Ağustos’un 30’undan 31’ine geçen gecesi sanki kasten yapılmış gibi bir olay oldu. Ramazan’ı coşkulu bir şekilde kutlayan birkaç Müslüman, bir Ermeni evine girdiler ve burada, kendileri tarafından bağlanıp dövülen kocanın huzurunda karısına zulmettiler. Sonra, zarar gören ev sahiplerinin bu olayda hiç de masum olmadıkları ortaya çıktı; ancak o sırada anlatılan olay Ermenilere, Müslümanların onlara karşı bir intikamın başlangıcı olarak göründü. Aynı gece ve önceki gün, daha sonra ortaya çıktığı üzere, başarısız bir soygun amacıyla, Müslümanlar tarafından şehrin çevresindeki Ermenilere iki saldırı düzenlendi. Sabahın erken saatlerinden itibaren tüm şehir kaynamaya başladı. Binlerce Ermeni, yoğun kalabalıklar halinde sokaklarda yürüdü. Her şeyden önce piskoposlarına giderek, Türklerin küstah tehditlerinin arttığını ve Ruslar gittikten sonra durumlarının umutsuzluğunu, şimdiye kadar Avrupa devletlerinin herhangi bir garantisini duymadıklarını ve Türk yetkililerin barışı sağlama niyetlerine ve gücüne inanmadıklarını ona beyan ettiler. Piskopos, şerefli sakinleriyle birlikte tüm şehri dolaşarak bana geldi, evimin etrafındaki sokaklar insanlarla doluydu. İlk güvence, benim ve Rus birliklerinin, gözlerimin önünde Türk makamları ve birlikleri şehirde sıkı düzeni sağlamak için tüm önlemleri alana kadar şehri terk etmeyeceğimizin beyanıydı; zavallı Ermeniler korkuyla şehri ve bölgeyi terk edip [Türk yönetiminin] gelmesini beklemeden gideceğimizi düşündüler. Hemen General Şeremetyev ile anlaşarak, devriyeleri güçlendirme, güvenlikçiler dışında gündüzleri bir taburu, geceleri iki taburu şehir meydanlarına getirme emri verildi; bölgeyi teslim alacakların ve Türk birliklerinin gönderilmesini hızlandırmak için tarafımdan İsmail Paşa’ya telgraf gönderildi, Ermeni Halk Şura’sına ihtiyaçları hakkında Erzincan ve İstanbul’a telgraf çekmesine izin verildi; telgrafla İsmail Paşa’dan din adamları aracılığıyla yerel Müslümanlara en katı talimatları vermesi talep edildi ve aynı önlemler Ali Efendi Arabzade aracılığıyla alındı. Halkın temsilcileriyle birlikte piskopos, neredeyse panik noktasına ulaşan kalabalık tarafından az kalsın eziliyordu. Kalabalığın arasından, halkı silahlarla kendini savunmaya çağıran sesler duyuluyordu. Bu kritik anda, kalabalık önünde bir tür güç görünseydi ve kızgın kalabalık bu gücün üzerine atlardı. Polisimiz ise tam tersine halkı sakinleştirdi ve polis yetkililerimizin talimatlarına 36 GELİŞİM ERZURUM uyarak kalabalık olaysız bir şekilde dağılmaya başladı. Ben, komutan ve diğer kişiler, takviye devriyelere sokak toplantılarını dağıtmaya devam etmeleri ve itaatsizlik durumunda suçluları tutuklamaları emri verildiğini bölge sakinlerine duyurduk. Ertesi gün dükkânlar ve dükkanlar açılmasa da şehir sakinleşmeye başladı; ama bu huzursuzluk köylerde yankılanıyordu. Köylerden temsilciler Rusya’ya gitmelerine izin verilmesi talepleriyle kitleler halinde ortaya çıkmaya başladılar; hem piskoposlar hem de ben onları sakinleştirmek için büyük çaba sarf ettik.
İskan işlerini sürekli izleyen Korgeneral Lazaryev, Ermeni nüfusa dağıtmak için bana Rusça ve Ermenice bir bildiri gönderdi, hemen bu bildirinin taş baskısı yapıldı ve bölge yöneticileri ve piskoposlar aracılığıyla 500 nüsha olarak dağıtıldı.
Aynı zamanda General Lazaryev, Müşir İsmail Paşa’ya iki telgraf göndererek bölgedeki Hıristiyan nüfusu sakinleştirmek için en enerjik önlemleri almasını istedi3 ve Müşir’e hakkını vermeliyiz ki, gecikmeden elinden gelen her şeyi yaptı. İsmail Paşa, 2 Eylül tarihli gönderisinde, «İki devlet tebaalarının haklarının karşılıklı olarak korunması, o devlet yetkililerinin kutsal görevidir» - diye yanıt verdi, “Bu nedenle, insanlara gösterdiğiniz özen için size hassas şükranlarımı sunmak için acele ediyorum. Erzurum›daki karışıklıklar hakkında daha önce aldığım bilgiler ışığında, buradan Ferik Musa Paşa›nın, sivillerden ise Hacı Hüseyin Paşa›nın da diğer rütbeler ve jandarmalarla birlikte sevk edilmesini emrettim. Van›dan gelen birlikler de oraya hareket etmeye hazırlanıyor. Düzeni yeniden sağlamak adına, yukarıda belirtilen yerleri bizzat ziyaret etmeyi düşünüyorum.”
Müşir aynı tarihli başka bir gönderide böyle cevap verdi: “Ekselanslarının 1 Eylül tarihli telgrafını aldım. Hristiyanların gelecek ve şimdiki kaderi konusundaki dikkatiniz için son derece minnettarım. Onların haklarını korumak için gereken her şeyi yaptım ve umarım Tanrı’nın yardımıyla beklentilerinizi karşılarım.” Hatta daha önce Müslümanları dizginlemek için her türlü tedbiri almaları hususunda Erzurum’daki Ali Efendi Arabzade ve kıdemli asker Binbaşı Zühti Efendi’ye telgraf çekti. Sonra Müşir, Babıali’nin özel emriyle IV. Anadolu Kolordu Kurmay Başkanı Ferik Musa Paşa’nın, düzeni sağlamakla ilgili Müslümanların en ufak bir itaatsizlik durumunda onları idam etmek yetkisi ile Erzincan’dan Erzurum’a gönderildiğini; bir birlik müfrezesi ile ve sivil yönetimin kabulü için Hacı Hüseyin Paşa’nın vilayete vekaleten Vali olarak atandığını bana bildirdi. Bütün bu emirlerden sonra, paniğe kapılmış Ermeni nüfusu, galiba, sakinleşti ve aynen Müslümanların tehditleri de kesildi; tüm dükkanlar, bakkallar ve çarşılar açıldı. Ama aslında, nüfusun her iki tarafı da her zaman, küçük bir kıvılcımın kolayca yangına dönüşebileceği son derece gergin bir durumdaydı. Böyle bir kıvılcımın ortaya çıkmasına karşı dikkatli olmak gerekiyordu.
Güçlendirilmiş muhafızlar ve devriyeler, son Rus askeri şehri terk edene kadar devam etti. Daha kalabalık meydanlarda ve kavşaklarda, şehre özel olarak getirilen müfrezeler vardı. Bu kadar büyük bir hizmet müfrezesinin askeri birlikleri fazla yormaması için son kademenin yürüyüşü 7 Eylül’e ertelendi.
Kırsal nüfus da, özellikle farklı yerlerde yeniden iskân için hareket eden birkaç nakliye Ermeni piskoposunun gönderdiği kişiler tarafından durdurulduktan sonra sakinleşti. Bu tür önlemlerden sonra, tüm halk kitlelerinin yeniden yerleşiminin olmayacağı umulabilir; ama yerleşimcilerin/göçmenlerin ayrı ayrı köylerle, gizlice, bazen geceleri sınırlarımız içine gelmelerini tamamen ortadan kaldırmak imkansızdı. Nihayet 5 Eylül sabahı Vali vekili Hacı Hüseyin Paşa, bir süvari bölüğü ile Erzurum’a geldi. Onun gelişi şehirde çok az fark edildi ve Rus yetkililerden şehir polis şefi tarafından karşılandı. Hüseyin Paşa gelişinden bir saat sonra yanımdaydı ve muhafızların 7’sinde değişmesi için şehri ve Erzurum ovasını (bizim Erzurum okrugumuzu) yarın teslim etmeyi kabul ettik, çünkü Musa Paşa askerlerle o tarihten daha önce gelmeyecekti. Akşam Hüseyin’i ve diğer Türkleri akşam yemeği için evime davet etmeye çalıştım, ancak yaşlı, uyuşuk görünümlü ve donuk gözlü, hem vücutça, hem de zihince hantal Türk - özür diledi, sağlığını, Ramazan’ı bahane etti ve akşam yemeği alınmadı.
6 Eylül’de Erzurum şehri ve Erzurum okrugu (ilçesi) yönetimimiz faaliyetine son verdi: polis, meclis ve şehir hapishanesi Türklere teslim edildi. Aynı gün Kiremitli kalesinden (tabyasından ?) ve Bakülü taburunun bulunduğu Kale’den askerler çekildi ve tüm Bakü Alayı şehir dışındaki bir kampta toplandı. Aynı gün, bizim müsaderemiz altındaki tüm askeri mallarının kabul edildiği şekliyle Türklere iade edilmesine ilişkin her iki tarafça bir tutanak hazırlandı ve imzalandı. 6 Eylül günü, neredeyse bütün gün, bölgeyi yönettiğimiz zamana göre minnettarlıklarını ifade eden çeşitli temsilcilikler ve bize hizmet etmiş ayrı ayrı şahıslar ve başta piskoposlar olmak üzere özel kişiler dairemi kuşattılar. Hıristiyanlar ise hem ayrılışımızdan duydukları üzüntüyü hem de gelecekteki kaderlerinden için endişelerini ifade ediyorlardı. Belli ki insanlar onlar için çok hassas bir dönemden geçiyordu.
7 Eylül günü sabah saat 11’de Ferik Musa Paşa iki piyade taburu, bir batarya ve üç Süvari bölüğü ile şehre girdi. O, şehrin dışında komutanımız Albay Kazbek tarafından bir Tver dragun bölüğü, bir trompetçi korosu tarafından, dairesi önünde ise 153. Piyade Bakü Alayı şeref kıtası tarafından karşılandı. Sabah saatlerinde halk kitleleri Trabzon kapılarına hareket etti4 ; Şehre giriş yolu boyunca evlerin çatıları, General Lazaryev’in 30 Mayıs’ta Erzurum’a resmi girişinde olduğunun tersine, çoğu Müslüman olan erkek ve kadınlarla doluydu. O zaman Hıristiyan kalabalık “Yaşasın” diye bağırıyordu, her yerde zurna sesi duyuluyordu; şimdiyse geleneklerine göre Müslüman kalabalığı neredeyse sessizdi. Sadece mukaddes bayraklarıyla birliklerin önünde kalabalık halinde yürüyen şehir uleması ve ardından birinin başında Kuran olan Müslüman okullarının öğrencileri dualar ediyorlardı. Düzeni ve teçhizatı en iyi olanlardan derlenen Türk birlikleri, en yüksek komutanlarımızın yanından geçerken selam vererek, sokaklarda müzik eşliğinde ahenkli bir şekilde yürüyordular; birliklerin arkasında, aralarında komutan haremleri olan altı - yedi arabalık bir konvoy uzanıyordu. Mükemmel Rusça konuşan Musa Paşa (Kundukhov), Ruslara karşı olabildiğince nazik olmaya çalışıyordu. Ulu camiye varıp namaz kıldıktan sonra o, General Şeremetyev’i, beni ve Ruslardan birkaç kişiyi ziyaret etti; tabii ki aynı gün iade-i ziyarette bulunduk. Ancak ön şarta uygun olarak Türk birlikleri şehre girer girmez muhafızlarımızı değiştirmeye başladılar ve ardından tüm idari şahıslarımız şehri terk ederek kampa gittiler ve 7 Eylül günü öğleden sonra saat 5’te Erzurum yeniden bir Türk şehri oldu.
Aynı gün akşam, Ali Efendi Arabzade, şehir halkı adına Rus ve Türk yetkililere büyük bir akşam yemeği verdi. Bizden tüm birlik başkanları davet edildi - Türklerden sadece Musa Paşa, Mehmed Ali Bey, Antuak Efendi. Öğle yemeği müzik eşliğinde, Avrupa tarzında servis edildi ve mükemmel hazırlanmış 15 yemekten oluşuyordu. 8 Eylül sabah saat 8’de Rus birliklerinin son kademesi (Bakü alayı, 39. topçu tugayının 1. bataryası, Tver dragunları, Kuban ve Yeisk Kazak alayları, 5. süvari Kuban bataryası, Kafkas Kuşatma Parkı’nın 8. bölüğü) ve bölgenin Rus yönetiminin tüm safları, Ekselansları Büyük Düşes Olga Feodorovna’nın doğumu münasebetiyle Erzurum kalesinin Kars Kapıları yakınında, duadan sonra top atışlarıyla Hasankale’ye taraf yola çıktı. Bizi onurlandırmak için, bir Türk taburu yol boyunca bir müzik korosu eşliğinde dizildi. Musa Paşa başkanlığındaki en yüksek Türk makamları birliklere eşlik etti. Yüzlerce Müslüman, birliklerimizin performansını merak ediyordu. Hıristiyanlar, Türklerden korktukları için, neredeyse görünmüyordular. Şehirde ve bölgede tamamen sakinlikti. Böylece tam 7 ay kaldığımız Erzurum’a veda ettik.
Son kademenin ayrılmasından hemen sonra Ekselansları Başkomutan’a gönderilen neler olup bittiğine dair haberleri ve bayram günü münasebetiyle tebrikleri içeren gönderiye cevaben, ertesi gün, Zars köyünde gecelerken, Ekselanslarından şu içerikli cevabını almaktan onur duydum: “Tebrikleriniz için çok minnettarız, tamamen itinalı hizmetinizden dolayı size ve tüm rütbelilere kalbimizin derinliklerinden teşekkür ederiz. Erzurum›un tesliminin bu kadar iyi sonuçlanmasına sevindim.» Şimdi bana sadece iki durumdan bahsetmek kalıyor: 1) Eleşkirt›teki işlerin gidişatı OCAK 2023 39 nedeniyle insanların göçünü engellemeye yönelik tüm çabalarımızın neredeyse boşa gidebileceği hakkında ve 2) ayrılışımızdan sonra yerel Hıristiyanlarla ilgili belirli özel meseleleri halletmek için hangi önlemler alınması hakkında.
2 Eylül’de Ermeni Katolik Piskoposu bana Molla Süleyman köyünden bir rahibin ona gönderdiği bir raporunu sundu. Rapordan Erivan müfrezesinin komutanına bağlı Eleşkirt ve Bayazıt okruglarında(ilçelerinde) isteyen Ermenilerin ikamet yerlerini terk ederek Rusya sınırlarına geçmelerine resmen izin verildiği anlaşılıyordu. Piskopos, halkın şaşkınlığını, bir devletin yetkilileri tarafından bir ve aynı sorunun çözümünde nasıl bu kadar keskin bir çelişki olabileceğini bana iletti. Aynı zamanda Horasan okrugu başkanı, Eleşkirtli çok sayıda ailenin Aras’ın sağ kıyısındaki köylerde ortaya çıktıklarını ve bunların örneğinin Erzurum vilayeti köylerinde yaşayanların kafasını karıştırdığını bildirdi. Onlar da tüm ikna ve emirlerin aksine, cezbedici örneği takip etmeye başlıyorlardı. Neyse ki kısa süre sonra Eleşkirt sakinleri Kars bölgesi içine çıkarıldı ve diğerlerinin tüm girişimleri alınan başarılı önlemlerle durduruldu.
Genel olarak, yedi aylık Erzurum şehri ve on aylık Erzurum bölgesi işgalimiz süresinde her sınıftan, milletten ve inançtan sakinler arasında olumlu bir hatıra bırakmayı başardığımız söylenemez. Biz bölgeden ayrılmadan önce adaletten, tarafsızlıktan ve kamu düzenini bozanlara karşı şiddetten dolayı şükran ifadelerinin sonu yoktu. Rus isminin otoritesi ve Rus hükümetinin gücü kendilerini yeterince kanıtladı ve uzun süre hatırlanacağına emin olabilirsiniz. Not : Bu bölüm ile birlikte Erzurum’un işgali sonrası 7(yedi) ay Erzurum Askeri Genel Valiliği yapan Tümgeneral Sergey Mihailoviç Duhovskiy’in anıları tamamlanmış oluyor. Rusça orijinalinden günümüz Türkçesine akıcı ve güzel çevirisini yapan Kars Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.Hacali Necefoğlu’na ayrıca teşekkür ederim. Genel Vali’nin eşi Prenses Varvara Duhovskiy’nin Erzurum anıları Dergimizin 23.üncü sayısında yayınlanmıştı. Duhovskiy ailesinin anılarını birleştirerek tek bir kitapta birleştirmeyi düşündüğümü müjdelemek isterim.